Jeanne Duprau’nun kaleme aldığı ‘City of Ember’ kitabından uyarlama bu filmin yapımcılığını üstlenen isimlerden biri ünlü sinemacı Tom Hanks. Filmin yönetmen koltuğu için ise daha önce sadece ‘Canavar Ev’ adlı uzun metraj animasyonunu yöneten genç isim, Gil Kenan uygun bulunmuş. Başrollerinde çocuk karakterlerin bulunması ve fantastik bir dünyada bu karakterlerin mücadelesi konu edinilmiş olması belki de Gil Kenan’ın uygun isim olduğunu gösteriyor.
Önceki çoğu filminde mizahi suratıyla tanıdığımız usta aktör Bill Murray ise bu filmde iki yüzlü bir belediye başkanını canlandırmış. Sadece kendini düşünen, halkına ise sevimli görünen aç gözlü, çıkarcı bir başkan oluvermiş Bill Murray. Başrollerde ise afacan denilmeyecek kadar büyük iki genç oyuncu Saoirse Ronan ve Harry Treadaway yer alıyor. Gerçek hayatta aralarında tam 10 yaş fark bulunan bu iki oyuncu rollerini canlandırırken bunu hiç hissettirmiyorlar.
“Dünya’nın sonunun geldiği günlerde insanoğlunun akıbeti küçük metal bir kutuda taşınıyordu.” sözleriyle başlıyor film. Böylelikle fantastik dünyanın temellerinin atıldığını anlıyoruz. O dönemde yaşayan bilim insanları, gelecek kuşakların devam edebilmesi için toplumu koruyacak bir yer altı şehri inşa ederler ve 200 yıl sonra açılmaya programlanan metal kutu Ember adı verilen bu şehrin ilk varisine teslim edilir. Kutu kuşaktan kuşağa 200 yıl boyunca el değiştirecektir ta ki 7. başkan kutuyu devredemeden aniden hayatını kaybedene kadar. Şehrin ışıklandırılması için elektrik üreten ve adeta şehrin yaşam kaynağı olan jenaratörün bozulmaya başlamasıyla şehir yaşamı felç olmaya başlar. Ancak belediye başkanın da kendi rahatlığından dolayı insanlara sorun olmadığını inandırmaya çalışması ile şehir halkı hiç bir şey olmuyormuş gibi gündelik yaşamlarına devam ederler hatta şarkılar söyleyerek mutluluklarını gösterirler.
Ancak bu durumdan memnun olmayan iki genç vardır. Tesisatçı Doon ve şehir içinde mesajları koşarak ileten ulak Lina. Bu iki gencin kaderleri aslında tesadüfen bir araya gelmemiştir. Her ikisinin babası birlikte şehirden kaçmaya çalışmışlar, Lina’nın babası bu uğurda hayatını kaybetmiştir. Bu durum gençleri cesaret verir ve kutunun gizemini çözmeye çalışarak şehirden çıkış yolu ararlar.
Buraya kadar herşey harika bir fantastik filmin konusunu andırsa da film kesinlikle o tadı vermiyor izleyenlere. Jeanne Duprau’nun kitabınının film uyarlaması için yeterli olmadığı, bir şeylerin eksik olduğunu anlıyorsunuz filmin ilerleyen dakikalarında. Bu eksiklik kurgudan ve senaryodan kaynaklanıyor. Ünlü ‘Makas Eller’ filminde Tim Burton ile birlikte çalışan senarist Caroline Thompson bu uyarlamada adeta çuvallamış. Gizemli bir maceraya atılan gençlerimiz gereksiz heyecan yaratma öğeleriyle karşı karşıya kalıyor ve aklında güzel fantastik hayaller kuran seyirciye hayal kırıklığı yaşatıyorlar.
Fantastik konulu filmlerde her ne kadar mantık hataları aranmasa da bu filmde aramaya gerek kalmadan kendini belli eden belli başlı mantık hataları göze çarpıyor. Bu filmin keyifsiz hale gelmesini sağlıyor sadece. Havalandırmasız ve gün ışığı görmeyen bir yerde bakterilerin bile zor yaşadığı koşullarda bir insan topluluğunun yaşaması; kezâ 200 yıl boyunca bir kutu, üç tane çocuğun çabası ya da kurtulması için mi saklanmış diye kendi kendine sormadan edemiyor seyirci. Aşağı eğimli bir akıntıyla yüzlerce metre yukarıdaki yeryüzüne çıkmak da cabası...
Filmin seyri içinde bizlere yaşatılmak istenen gizem öğeleri de tam bir fiyasko. En kolay seviyedeki bulmacaları çözüyor rahatlığıyla hiç bir şekilde merak ve heyeacana kapılmadan bir sonraki sahneyi tahmin edebiliyorsunuz. Fantastik çocuk konusuyla ‘Harry Potter’, gizem içeriği ile ‘Büyük Hazine’nin gölgesi altında ezilen bir uyarlamaya imza atmışlar. İzlemeye karar vermeden önce bir daha düşünün...
Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum, filmin orijinal ismi olan ‘City of Ember’ her nasıl olduysa Türkçemize ‘Sihirli Şehir’ olarak çevrilmiş. Sihir bunun neresinde acaba? Bu absürd ingilizce çevirilerini konu alan ve hazırlamakta olduğum bir makelemi yakında sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Bol ‘Sinemaximum’lu günler...
0 yorum:
Yorum Gönder