röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2012

Röportaj: Ümit Ünal

31. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma kapsamında gösterilen “Nar” filminin seans gösterimi sonunda filmin yönetmeni Ümit Ünal ve film ekibi seyircilerin sorularını yanıtladı. Genel olarak iyi yorumlar alan “Nar” filmi bitiminde alkışlarla karşılandı.

Film için sorulan önemli sorulardan bir tanesi; bu filmin “9“ ve “Ara” filmleri tarzında olup, tiyatral bir film yapılması amaçlanıp amaçlanmadığı idi. Yönetmenimiz  ise “mekanların kısıtlı oluşu ve diyaloglara dayalı bir film olduğu için tiyatral olarak algılanabilir; ama tiyatral bir film değil aslında” diye cevap verdi.

Filmin finalinin en çok sorulan sorulardan bir tanesi olduğunu belirten yönetmen, “Filmin sonunu size bıraktım, filmin cevabı filmin içinde; ama filmin manası benim için derinlerde yatıyor.” diyerek filme ne kadar önem verdiğini anlayabiliyoruz.

Bir de oyuncu seçimlerinin hepsine karar veren yönetmen, Asuman karakterini Serra Yılmaz için yazdığını belirtti.

“Carnage” filmiyle kıyaslanan Nar filmi için Serra Yılmaz, seyircilere çok güzel bir yanıt verdi; ”Film Carnage’den önce çekilmiştir. Bunu söylememim nedeni Carnage filmiyle kıyaslayanların olmasıdır”.

Ümit Ünal’ın bahsettiği en önemli noktayı; ”düşük bütçeli filmler çektiğin zaman maddi bakımdan fazla kayıp yaşamadığından dolayı özgürsün; ama büyük bütçeli filmler çektiğin zaman yapımcılar iyi niyetli olarak size karışıyorlar.” diyerek açıkladı.

Son olarak, merak edenler için filmin yapımcısı esprili bir dille filmin iş yapmadığını şu sözlerle dile getirdi: ”Festival dışında 8.500 kişi izledi, bu yüzden televizyona da satamadık, yani battık.”

Filmin on beş gün gibi kısa bir sürede çekildiğini, senaryo üzerinde  çok çalışılıp prova yapıldığını ve sette hiç sorun yaşanmadığını belirtelim.

Ekip seyircilerin sorularını yanıtladıktan sonra ben de Ümit Ünal’ı yalnız yakalayarak röportaj yapma fırsatı buldum.

Merhaba Ümit Bey. Öncelikle ben Sinemayadair.com’dan yazar Murat Boncuk. Size filmle ilgili birkaç sorum olacak; proje kafanızda nasıl şekillendi?
Ü.Ü: Çok uzun hikaye, nasıl anlatıyım şimdi? (gülerek) Film adalet duygusunun kaybını işliyor. Bu konu uzun zamandır kafamı meşgul ediyordu, onu işleyecek bir hikaye arıyordum ve ortaya işte böyle bir şey çıktı.

Peki bir daha ki projenizde Serra Yılmaz’ı görebilecek miyiz?
Ü.Ü: Neden olmasın? Serra’yı çok seviyorum. Mümkün olduğu sürece de filmlerimde oynatmayı düşünüyorum.

Peki bir daha ki projeniz yüksek bütçeli mi olacak, yoksa yine bu tarz bir film mi?
Ü.Ü: Şuan bilmiyorum; ama aklımda “Teyzem” filmini yeniden çekme fikri var.

Filmleriniz çok güzel. Bu filmin en iyi tarafı da kasvetli ve gerilim ortamını güzel yaratmanız. Peki son olarak, genç sinemacılara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ü.Ü: Genç sinemacıların farklı bir bakış açısından bakmayı ve farklı düşünmeleri gerekir. Herkes gibi aynı şeyleri söyledikleri zaman olmuyor, bu yüzden çok araştırıp çok okumanız lazım.

Sorularıma vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Hazırlayan: Murat Boncuk

5 Nisan 2012

Şahane Misafir'in Galası Yapıldı

Ferzan Özpetek’in yönetmen koltuğuna oturduğu ve Cem Yılmaz’ın bir hayaleti canlandırdığı Şahane Misafir (Magnifica Presenza) filminin galası Maçka G-Mall sinemalarında yapıldı. Sinemayadair.com yazarı olarak ben de gala gösterimine katılanlar arasındaydım. Herkes merakla filmin başlamasını beklerken Ötekisinema.com’dan Murat Tolga Şen ile ayak üstü  sohbet etme fırsatı buldum.

Film gösteriminin ardından basın toplantısına geçildi. Toplantıdan önce  Cem Yılmaz’a ve Ferzan Özpetek’e soru sorma fırsatı buldum. Cem Yılmaz’a rol ile ilgili düşüncelerini sordum. Cem Bey de bana “Bu rolde oynamanın gurur verici olduğunu ve çok keyif aldığını” söyledi. Ardından Ferzan Bey’e “İyi bir sinemacı olmak ve  böyle iyi filmler çekmek için neler yapılmalı?” diye sordum, o da bana “tutkulu olmak” diye cevap verdi. Yani kısa bir biçimde, Ferzan Bey’in sinemaya ne kadar tutkuyla bağlandığını anlayabiliyoruz. Zaten sinemaya olan tutkusunu yaptığı filmlerde görmüş bulunmaktayız.

Film gösterimine katılan duayen sinema yazarı Atilla Dorsay ile de kısa bir sohbet ettik;

Merhaba Atilla Bey ben Sinemayadair.com’dan Murat Boncuk. Film hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyim?

A.D: Ben filmi çok beğendim. İçerdiği fantastik öğeler ve Fellını filmi havası taşıyor. Bu açıdan Özpetek’in hayranı olduğu yani çok yapılaştığı film. İtalyanların sevmesi bence bu yüzden olabilir. Ayrıca, bize yeniden moda olan İkinci Dünya savaşının acılarını anlatıyor. Bu seneki festivalde gördüğümüz üzere bu tema çok belirgin, demek ki neredeyse yetmiş yıl sonra bile savaş bütün acılarıyla anımsanıyor. Bu da iyi bir şey tabi, oyuncularını çok beğendim. Cem Yılmaz İtalyanca bilmediği halde ezberleyerek rolünü oynadı, şaşırtıcı biçimde başarılı tabi. O mimik yeteneğinden güç almış ve bundan sonra Ferzan’ın filmlerinde daha sık görebiliriz onu; ama ciddi bir İtalyanca kursuna gidip İtalyanca öğrenmesi gerekebilir.

Peki diğer filmlerine nazaran karşılaştırma yaparsak, sinema anlatımı daha mı farklıydı yoksa kendini daha da aşmış bir film mi vardı?

A.D: Diğer filmlerine kıyasla sinema anlatımında çok büyük bir değişiklik yok; fakat içerdiği fantastik öğelerle ve fantezi unsurlarıyla daha kaygan ve akışkan bir dil elde etmiş. Kamera hareketleri, görüntüler anlatımı çok başarılı buldum. Ferzan Özpetek sinemasında ciddi bir adım bu.

Sorularıma vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Basın toplantısında Cem Yılmaz ve Ferzan Özpetek gazetecilerin sorularını yanıtladılar. Ferzan Özpetek: ”Cem Yılmaz ilk başta misafir oyuncu  olarak geldi ama daha sonra rolü arttı. Son sahnelere doğru  rolü daha da fazlaydı.” dedi. Ardından misafirlerden biri Ferzan Özpetek’e: “Oyuncu olsaydınız kendinizi nasıl değerlendirirdiniz?” diye sordu. Ferzan Özpetek ise oyunculuğun dünyanın en zor mesleklerinden biri olduğunu ve kendini oyuncu olarak hiç değerlendirmediğini ifade etti.

Cem Yılmaz filmde bulunan yemeklerin sadece dekor olduğunu belirterek, “O yemeklere dokunamamak bizim için büyük bir işkenceydi” dedi.

Keyifli bir film galasıydı, filme girmeden önce davetlilere film ile ilgili broşür ve CD dağıttılar. İçinde filmin kamera arkası görsellerine ve Sezen Aksu müziği eşliğinde fragmanına yer verilmiş.

Hazırlayan: Murat Boncuk

22 Mart 2012

Röportaj: Tiyatro Triole ile Türk Sineması Üzerine

İlk oyunları “King Kong’un Kızları” ile başlayan, bu yıl da “Kafalar” adlı oyunlarıyla izleyicileri güldürmeye devam eden Onur Yar, Nazan Diri, Özge Oldaç, Suat Ünal, Tevfik Urgancıoğlu ve Mesut Özkeçeci gibi isimlerden oluşan ‘Tiyatro Triole’ grubuyla birlikteyiz.

Öncelikle ekip nasıl bir araya geldi?
N.D: Herkes birbiriyle yakın arkadaş ve Onur Yar hariç  hepimiz İzmirliyiz, yani birbirimizi önceden tanıyorduk. Ekip sekiz sene önce bir araya geldi. İlk önce King Kong’un kızları ile adım attık. Bu sene yedinci oyunumuzu oynuyoruz.

Peki daha önce oynadığınız oyunları bize sırayla söyleyebilir misiniz?
N.D: Tabi ki. İlk önce King Kong’un kızları, ardından Çetin Ceviz, Abacı Kebeci Sen Neci, Tanrı, Bir Varmış Hep Varmış, Jon d’Arc’ın Öteki Ölümü ve Kafalar.

Peki oyunculuk sizin asıl mesleğiniz mi?
N.D: Bu ekipte sadece üç kişi bu işle uğraşıyor. Ben hukuk bölümü mezunuyum, Onur Yar radyocu mesela.

Oynayacağınız oyunlara nasıl karar veriyorsunuz?
S.Ü: Genelde ekibe göre şekillenir. İlk “Kafalar” çıktığında tam bu ekip değildi. Oyunlar ekibin sayısına göre karar verilmiyor. Zamanında yirmi kişilik oyun verdik, geçen sene üç kişi oyunlar verdiğimiz de oldu.

İleriye yönelik hedefleriniz nelerdir?
N.D: Ayakta kalabilmek, özel tiyatrolara yenilmemek.
O.Y: Her sene bir oyun oynamak.
N.D: Evet, bir de her sene yeni bir oyun oynamak.

Oyunlarınızda hoşça vakit geçirmeyi mi, yoksa  mesaj vermeyi mi hedefliyorsunuz?
N.D: Her ikisi de; ama mesaj vereceğiz diye de ölmüyoruz.

Sizin Türk sinemasına adım atmaktaki düşünceleriniz nelerdir? Bu soruya cevap vermeden önce merak ettiğim bir soru daha var, tiyatro mu sinema mı?
S.Ü: Tiyatro candır. Ama her ikisinin de bizim için ayrı bir yeri var, biri sarışın biri esmer gibi…
N.D: Bence de, Suat’ın sözüne katılıyorum.
M.Ö: Evet, ikisinin de yeri bizim için ayrı; ama Türk sinemasına adım atmaktaki düşüncelerimizi soruyorsan, herkes en az bir sinema filminde oynamak ister. Özellikle gelişen Türk sinemasında.
O.Y: Benim için fark etmez. Ben zaten iki tane filmde oynadım, ikisi de ödül aldı.

Hangi filmlerdi Onur Bey?
O.Y: Bir tanesi “Mutluluk”, bir tanesi de “Bahtı Kara”.

Bugünkü  Türk Sinemasını değerlendirirsek hangi kelimeleri kullanabilirsiniz?
N.D: Ergenlikte.
O.Y: Ticari renkli.
S.Ü: Karışık.
Ö.O: Yükselen.
T.U: Alt metinsiz.

Türk sinemasının yeni dönem oyuncuları hakkında ne düşünüyorsunuz? Örnek verecek olursak, geçtiğimiz sene “Çoğunluk” filmindeki performansı ile Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Bartu Küçükçağlayan gibi.
O.Y: Başarılı oyuncular var. Tiyatro oyuncuları ve sinema oyuncuları daha fazla kullanılıyor. Eskiden manken ya da model kullanırlardı daha çok; ama şimdi tiyatro oyuncuları ve sinema oyuncularına ağırlık veriliyor.
N.D: Yeni dönem oyuncular şanslılar. Şimdi kaynak fazla, daha fazla araştırıp daha fazla okuyorlar. Böylece kendilerini daha da iyi geliştirebiliyorlar.

Eski Dönem ve yeni dönem Türk sinema oyuncularını karşılaştırırsak ortaya nasıl bir tablo çıkar?
T.U: Bence böyle bir karşılaştırma yapmamız pek doğru olmaz; ama eski oyuncularla  yeni oyuncular bir araya gelip daha fazla projede yer alabilirler.
O.Y: Daha önce Nazan’ın da dediği gibi kaynak fazla, bugün kü oyuncular dünyayı  daha rahat takip edebiliyorlar ve o yüzden şanslılar. Eskiden öyle bir durumları yoktu, kaynak kısıtlıydı.
N.D: Eskiye baktığımızda da hem kötü oyuncular hem de iyi oyuncular var. Bu yeni dönem Türk sineması için de geçerli, değişen bir durum yok. Aslında bakarsak eskiden işler daha kolaymış.
M.Ö: Evet. Eskiden filmler daha hızlı çekilirdi, hemen çekilirdi. Örneğin ‘senede bir gün’ şarkısından adamlar “yaz abi” diyorlar, yazdıktan üç beş gün sonra da çekimlere başlıyorlar. O zaman beyazperdede gösterilen Türk filmlerinin bu seneki gösterimlere göre sayısı fazlaydı.
O.Y: Çünkü insanların tek eğlencesi sinemaydı.

Tiyatro oyunlarının sinemalaştırılmasında ki yorumunuz nedir? Örneğin “72. Koğuş” gibi.
M.Ö: 72. Koğuş önce roman olarak dünyamıza girdi. Sonraları tiyatroya uygulanmış bir eser; ama bakıldığı zaman bazı şeyleri tiyatroda vermek zor. Tabi sinemada durum böyle kamera karşısında bazı şeyleri vermek de zor. Bakıldığında tiyatrodan sinemaya değil de, sinemadan tiyatroya çevrilmiş eser çok var.
S.Ü: Her ikisinde de bir reji anlayışı var; ama tiyatronun reji anlayışı kırıldı. Sinemasal anlatım sinemada olduğu gibi tiyatroda da var.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını dilerim…

Röportajdan sonra “Kafalar” adlı oyunlarını izlemek için yerimi aldım ve gerçekten çok güzel vakit geçirdim. Oyuncuların hepsi birbirinden nazik ve hoşgörülü insanlar. Her Salı günleri saat 21:05’te Old City Comedy Club’da  oyunlarını izleyebilirsiniz. Kaçırmamanızı öneririm. Şimdiden iyi seyirler.

Hazırlayan: Murat Boncuk

18 Mayıs 2010

Sinemayadair.com Röportaj Verdi

Kurulduğu günden bu yana hep röportajların peşinden koşan Sinemayadair.com bu sefer kendi bir röportaj verdi! Hey Sen Buraya Bir Bak! internet sitesi Sinemayadair.com ve kurucusu Kadir Sevin ile bir röportaj gerçekleştirdi. 

Röportaja BURADAN ulaşabilirsiniz.

Blog kullanıcılarını tanıtma ve kaynaştırma amacıyla böyle bir uygulama başlatan heysen.burayabirbak.com internet sitesine Sinemayadair.com olarak teşekkür ederiz.

4 Mayıs 2010

Röportaj: Ridley Scott

Robin Hood için düzenlenen ziyafette, yönetmen Ridley Scott’a, yaklaşan Alien devam filminin 3 boyutlu çekilip çekilmeyeceği soruldu. Scott’ın  cevabı: "Kesinlikle" oldu. Ancak Scott, 3 boyutlu bir film çekiminin düşük ışıkla gerçekleştirilemeyişinden kaynaklanan problemden de bahsetti. Bir Alien filminin tamamen güneş ışığı ve parlak renklerden ibaret olmayışı sebebiyle aydınlatma konusu üzerinde çalışacaklar.


Soru: Bu odadaki  herkes sizin bir sonraki çalışmanızın ne olacağını biliyor.
Ridley Scott: Evet, şu an yaptığımız iş Alien, dördüncü taslak üzerindeyiz. Herşey yolunda.

Soru: Filmin 3 boyutlu olacağı konusunda çok konuşuldu.
Ridley Scott: Tabii ki, bu 3 boyutlu olacak.
James Cameron’ın kullandığı 3D kameralarını mı kullanacaksınız?
Hayır, bence onlar zaten bu işin ilerisinde. Jim, onlara dört seneye mal olan bu tekniğin iki sene de yapılabileceğini söyledi. Teknoloji ilerliyor, Robin Hood’u da dönüştürebilirdim. Geçen ekim ayında da Robin Hood filmini elimi taşın altına koyup 3 boyutlu çekebileceğimi söylemişlerdi.

Filmi üç boyutlu yapmak daha makul değil mi?
Bu o kadar önemli değil. İzleyenler filmin 1.85 mi 2.35 mi çekildiği hakkında kafa yoruyor. Fakat ben umursamıyorum. Herkesin bir bakışı vardır ve çerçeveyi istedikleri gibi doldurabilirler. Eğer iyi bir bakışa sahipsen bu o kadar da sorun olmaz fakat bakış açısına sahip olmayanlar da sadece biyolojik gözle yetinenlerdir. Devam eden tartışmalar yüzünden bu konu olmaması gerektiği kadar uzuyor.

Mümkün olduğunca fazla ışık istediğinizi duyuyoruz.
İşte bu bir dezavantaj.

Ancak, filmlerin daima gölgeler, karanlık ve gizli şeylerle alakalı oluşu sebebiyle Alien hemen hemen bunun bir zıddı değil midir?
Bu tamamen Jim’in söylediğidir. Problem şu ki siz daha sonra çalışmayı derecelendireceksiniz. Sadece dişlerinizi sıkmak ve aydınlatmak zorundasınız, istediğiniz yolu takip edemezsiniz. Ve sonra yeniden düzenlemek, düzeltmek mecburiyetindesiniz. Aslında Avatar üzerinde düşündüğünüzde, bu nerdeyse tamamıyla bir animasyon filmidir.

Şu anda ilk filmle aynı sabrı ve stili taşıyan bir Alien filmi çekebilir misiniz? Ve bu yine izleyicilerde aynı etkiyi yaratır mı?
Bence yaratır. Sizce de yaratmaz mı?

Orijinal hali aynı etkiyi gösterir ama şimdiki izleyiciler daha fazla enerjili şeylere alıştı.
Ancak bu 29 yıl öncesine ait bir film. Sen bunu yeniden kurgulamak ister misin? Ben istemem. Film neyse odur. Ama bazı şeyler artık daha hızlı ilerlemiyor mu? Dijital ray döşeme sisteminde olduğu gibi teknolojiyi başından beri takip edenlerden biri olsam bile teknolojiyle pek içli dışlı değilim. Yaratık figürünü bilgisayar efekti kullanmadan fiziksel olarak gerçekten dizayn ettik. Uzay gemisi sahnelerinde bile masa büyüklüğündeki bir modeli kabloyla asarak hareket ettirdik ve kamera da onu altından yavaşça takip etti. Ayrıca kamerayı mümkün olduğunca sabit tutarak bir vantilatör ile kuru buz üflettik ve hareket efekti verdik.

Titanik, Star Wars ve Yüzüklerin Efendisi gibi filmlerin 3 boyutluya dönüştürülmesi söz konusu. Siz de önceki filmlerinize tekrar göz atıp bir post prodüksiyon görüşmesi yapar mısınız? Mesela Blade Runner filmi için…
Aslında bunun talimatı verilebilir. Şirkete gidip, “Bunu tekrar 3 boyutlu yapabilir misiniz?” diyebilirim. Eğer oraya gidip onlarla birlikte çalışırsam çok çabuk hallolacaktır. Bir filmi sınıflandıracağımız zaman benim de orada bulunmam ve sınıflandıracak kişiyle beraber  filmden bir sahne seçmemiz gerekir. Onlara birkaç çerçeve göstererek, “aynen bu şekilde” deyip filmi kalanının o şekilde yapılmasını isteyebilirim.

Size eski filmlerinizi dönüştürmeyi düşündüğünü söyleyen birisi geldi mi?
Evet.

Ve siz ne düşündünüz?
Gerçekten olmaz. Enerjimi yeni projeler için saklamayı tercih ediyorum. Bu filmi 3 boyutlu yapabilirdik fakat herkes tereddütlüydü. Dert etmedik çünkü film yeterince iyi. 

Hikayenin başına dönerek Alien serisinin devamını çekeceksiniz. Yeni projeniz bir seri mi olacak yoksa sadece uzun bir hikaye mi?
İki film olacak. Hikayenin başına dönen iki film…

Devam filmlerinin ikisini beraber mi çekeceksiniz yoksa ayrı mı?
Şuan için sadece ilk filmi çekmeyi düşünüyorum. 

6 Temmuz 2009

Alison Lohman ile 5 Soru

Alison Lohman korku filmlerini sevmiyor hatta pek korku filmi izleyen biri değil. Peki neden bu yazın en hevesle beklenen korku türü “Drag Me to Hell” filminde başrol oynuyor? Çünkü film, daha önce “Şeytanın Ölüsü” ve “Örümcek Adam” gibi filmlerin seanarist yönetmeni Sam Raimi imzası taşıyor.

Moviefone.com sitesi editörü Tom DiChiara, “Büyük Balık” ve “Üçkağıtçılar” gibi filmlerin güzel yıldızı Alison Lohman ile cehennemde yanması için lanetlenen bir kadını oynamanın iyi ve kötü yanlarını ve ayrıca Sam Raimi ile çalışmanın artı yönlerini konuştu.

1. “Drag Me to Hell” filminde yaşlı bir kadının ev kredisinin vadesini uzatma isteğini reddederek lanetlenmiş bir banka memurunu oynuyorsunuz. Ekonominin durumu göz önüne alındığında, sizce bu seyircilere bu tür isteklerin nasıl gerçekleştiğini mi gösteriyor?

Doğru. İlginç çünkü bu bizim karmaşanın içine ilk etapta nasıl girdiğimiz ile ilgili olabilir diye düşünüyorum (gülerek). Nedeni bu ilk etapta uzun vadeler vermemizdi değil mi? Ama insanlar artık şimdiki ekonomi sebebiyle açıkca bağıntı kuruyorlar. Fakat bu bir tesadüf çünkü Sam aslında bu senaryoyu 10 sene önce yazdı. O yüzden filmi şimdi çekmesi daha uygun oldu.

2. Bir sürü iğrenç şey film süresince senin ağzının içine boyluyordu - Sinekler, kurtçuklar, mumyalama sıvısı, göz yuvarlağı, yaşlı bir kadının dişsiz diş etleri – bunlarla ilgili neler oldu?

Biliyorum, biliyorum! (gülerek) Bunlar beni şok etmeye yetecek şeyler. Fakat mumyalama sıvısı CGI, kurtçuklar makarna ve sanırım kan da mısır şurubuydu.

3. Lanete inanır mısınız?

Olabilir. Sanırım... Eğer ki daha az dereceğe kadarsa. Belki negatif enerji bir şekilde lanet olabilir (gülerek). Bazen dışarda doğaüstü şeylerin olduğunu hissediyorum fakat daha sonra öyle olduğunu düşünmüyorum. Bu benim anlık deneyimlerime kalmış bir şey.

4. Filmden beri hiç gecenin geç saatlerinde bir ses duydunuz ve heyecanlandınız mı?

Aslında diğer gece duydum. Fakat o şekilde hissetmemin sebebi izlediğim haber programıydı. Bazen izlediğim haberler berbat olabiliyor. Haberde gece kadınları uyurken öldüren cinayet serisini duydum. O yüzden biraz tedirgin oldum.

5. Sanki filmin sonu devam filmi için biraz olsun bazı şeyleri açığa kavuşturdu. Siz de aynı düşüncede misiniz? Ayrıca hiçbir şeyi açığa vurmadan, eğer olursa geri gelmek ister misiniz?

Cehennemde hiç şansımın olduğunu sanmıyorum (gülerek). Hayır, tekrar Sam Raimi filminde oynamak isterim, fakat bunun “Drag Me to Hell” olacağını sanmam...

31 Mayıs 2009

Röportaj: Megan Fox

Dünyaca bilinen bir seriye yeniden geri dönmek nasıl bir duygu?

MEGAN FOX: Geri dönmek beni heyecanlandırdı. Düşünün, böylesine görkemli ve her zaman kaotik olan setleri bırakıyorsunuz ve “normal” setlere gidiyorsunuz. Daha küçük bütçeyle çekilen filmlerin çok sakin ve ağır tempolu setlerinde çalışmaya başlıyorsunuz. “Transformers”ta tek sahneyi çekmek en az üç günümüzü alırken, oralarda tek günde filmin yarısını bitiriyorsunuz. Bu yüzden “Tranformers”a geri dönmek keyifli bir heyecan getirdi.

Geçen filmde Shia ile aranızda bariz bir uyum vardı. Bıraktığınız yerden başlamak kolay oldu mu?

Evet. Shia ile çok iyi arkadaşız. Onu ölesiye seviyorum. Favori insanlarımdan birisidir. Bu nedenle kolay oldu.

Portresini çizdiğiniz karakterde bu defa ne gibi gelişimler var?

Sam ile Mikaela’nın ilişkisi ikinci yılını doldurmuştur. Artık romantizm boyutu yok olup gitmiş gibidir. Dolayısıyla filmin başlangıcında ikisini bu ilişkinin ikinci yılında buluruz. Sıkıntılı değildirler ama kırk yıllık evli çiftler gibi sürekli didişme ve atışma halindedirler.

Filmdeki aksiyon sahnelerinden sizin payınıza ne kadar düştü?

Hepsinde vardım. Açıkça söyleyebilirim ki, koşmadığımız çekim günü yok gibiydi. Filmin her sahnesi bol aksiyon yüklü olduğu için böyle olması doğaldı.

Yeni filmde dünyamızı kurtardığınız sahnelerin çekiminin Antik Dünyanın merkezi olarak bilinen Piramitlerde yapılması için ne diyorsunuz?

Dünyayı kurtarmak ile piramitler arasındaki bağlantının yakın zaman öncesine kadar farkında değildim ama bu mekanların önemini biliyordum. Böylesine harika mekanlarda bulunmak müthiş bir şey… Bu bölgede en son olarak 1930′lu yıllarda film çekimine izin verildiğini duymuştum. Ne derece doğrudur bilemem ama kendimi çok özel hissettim. Buraya dün geldik. Piramitlerin insanlar tarafından mı, yoksa uzaylılar tarafından mı yapıldığını dünden beri tartışıp duruyoruz. Aklım hep o konuda…

Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Filmin efektlerini hazırlayan ILM’de çalışan Scott Farrar ile konuşuyorduk. Günümüzdeki teknoloji ve bilgisayarlara rağmen bu piramitlerin nasıl yapıldığının açıklanamadığını söyledi. O halde bu soruyu öncelikle kendimize sormalıyız. Binlerce yıl önce sadece kum, halat ve kütük kullanarak bu piramitleri nasıl yaptılar?

Sizce en zor aksiyon sahnesi hangisi oldu?

New Mexico eyaletindeki Beyaz Çöl’de yaptığımız çekimler… Büyük kum tepecikleri vardı. Shia ile birlikte kum tepeciklerine çıkıyor, sonra aşağı iniyor, ardından tekrar tırmanıyorduk. Sonrasında kasabaya kadar olan yolu koşarak gidiyorduk. Bu sahneleri ardarda dört defa çektik. Sırtım ağrılar içindeydi. Artık ciğerlerimin patlayacağını; hayatta kalamayacağımı düşündüm. Böyle sahneleri çekmek için fiziksel gücünüz iyi olmalı…

İlk film büyük sürpriz yaparak hit oldu. Devamının bu kadar kısa sürede gündeme geleceğini bekliyor muydunuz?

İlk filmin ne kadar büyük para kazandığını görünce yeniden davet edileceğimizi hemen anlamıştık. Ayrıca karakterler çok genç olduğu için devamı kısa sürede yapılmalıydı. Çünkü Sam ile Mikaela’yı 30 yaşında görmeyi hiç kimse istemezdi.

Kariyerinizin bu aşamasında oynadığınız her rolle kendinizi sürekli gelişirken görmek nasıl duygular getiriyor? Önünüze daha ilginç senaryolar geliyor mu?

Böyle bir işin parçası olmak başlıbaşına heyecan verici… Açıkçası bu işe başlarken çaylaktım. “Transformers” benim ilk gerçek filmimdi. Ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrim yoktu. Her sahnede korkuyordum. Kamera üzerime çevrildiğinde ortadan yok olmak istiyordum. Öylesine çekiniyordum ki, bırakın konuşmayı, ağzımı dahi açmak istemiyordum. Ancak film setlerinde daha çok çalıştıkça her yeni rolde bir aktör olarak geliştiğimi hissediyorum. Kamera karşısında iyi ve gerçekçi bir oyun ortaya koymanın önündeki en büyük engelin korku olduğunu öğrendim artık… Daha çok çalıştıkça daha az korkuyorsunuz ve kamera karşısında daha dürüst oluyorsunuz. Bunu keşfetmek ilginç oldu.

Bu filmde en favori Transformer’ınız var mıydı?

Devastator… Onunla karşılıklı iletişime girmiyorum. Konuşmalı bir iletişim yok. Önündeki herşeyi yok eden yıkıcı bir Transformer’dır.

Michael Bay çok hızlı çalışan ve en zor sahneleri bile çabuk çekmesiyle tanınan bir yönetmendir. Onun yönettiği bir filmde oynamanın ne gibi zorlukları vardı?

Fazla koşmaktan kaynaklanan Kardiyo-Vaskular stresi bir yana bırakacak olursak, bence en zor olan yanı, bir koşma sahnesini çekerken bu sahnenin aynı zamanda duygusal içerik de taşıyor olmasıydı. Her an çılgınca birşeyler oluyordu. Üstelik hiç prova yoktu. Bize şuraya doğru koşmamız söyleniyor, o andan itibaren müthiş bir aksiyon başlıyordu. Bunu başarmak çok zordu. Sıradışı bir hafızaya ve çelik gibi sağlam sinirlere sahip olmak gerekiyordu.

Transformers”ın başarısı, hayatınızda ne gibi değişikliklere yol açtı?

Aşama aşama oldu. Sabah uyanınca hayatınızın bir anda farklı olması gibi bir durum yok. Bu değişimler hafta-hafta, ay-ay gerçekleşiyor. Ancak birşeylerin değiştiği kesindir. Herşeyden önce hepimiz çok dikkatli olmalıyız. Aptalca davranma şansımız yok. Özellikle genç izleyicilerin dikkatinin üzerimize yöneldiğini dikkate almamız gerekiyor. İnsanlar bizi rol model olarak almak istiyorlar; bu da çok büyük sorumluluk getiriyor. Shia ile ikimiz böylesine büyük bir sorumluluğu hazır değildik ama her geçen gün alışıyoruz.

Sinemanın aksiyon kızı olmak, yüksek sıcaklıklar altında koşarken makyajla ilgili birtakım problemleri de beraberinde getiriyor mu?

Michael Bay sette makyaj ve saç bakımı yapılmasından hoşlanan bir yönetmen değildir. Zaten ben de saatlerce makyaj sandalyesinde oturmayı seven birisi değilim. Bu nedenle herşey çok hızlı yapıldı. Bu işimizi kolaylaştırdığı için filme daha fazla odaklandık.

Kumların saça zararı yok mu?

Yanılıyorsunuz! New Mexico’daki çekimlerde bol miktarda helikopter kullanıldığı için kumlar sürekli havaya kalktı. Adeta kum fırtınası gibiydi. Saçımız başımız darmadağın oldu ama gerçekten seksi bir görünüm ortaya çıktı. Bu yüzden saçlar için kum iyidir. Daha seksi görünürsünüz ve harika durur.

“Transformers” filmleri için kilo almanızın istendiği söyleniyor. Bu doğru mu?

Oynadığım başka bir film için kilo vermiştim. “Jennifer’s Body” adlı bir filmdi ve bir zombiyi oynuyordum. Zombiye dönüşen ergenlik çağındaki bir kızın öyküsü anlatıldığı için o filmde aşırı zayıf olmalıydım. Kilo vererek adeta bir deri bir kemik kaldım. Pek sağlıklı bir durum değildi. Michael Bay çok zayıf kız imajından hoşlanmayan bir yönetmendir. Sağlıklı görünümlü kadınları sever. Bu yüzden kiloları hızla geri aldım. Sağlıklı bir iştahım olduğu için açıkçası işime geldi. Kilo yapan ne kadar şey varsa hepsini bol bol yedim. Hatta gece yatmadan önce bile elime ne geçerse atıştırıyordum. Buraya daha dün geldik, henüz Mısır’a özgü yemeklerden yemedim ama tadına bakacağım.

Piramitleri ziyaret ettiniz mi?

Şöyle bir dolaştık ama içine bugün gireceğiz. Hepsi büyüleyici…

Oyunculuğun önünüzde ne gibi ufuklar açtığını düşünüyorsunuz?

“Transformers”ı yapmadan önce ABD dışına hiç çıkmamıştım. Pasaportum bile yoktu. İlk filmin tanıtımı için yurtdışına çıkmak amacıyla pasaport aldım. Gitmediğimiz yer kalmadı. Bence bu işin en büyüleyici yanlarından birisi tanıtım turlarıydı. Başka türlü asla görme fırsatı bulamayacağınız her şeyi ve her yeri görüyorsunuz.

Eğer serinin üçüncü ve dördüncü bölümleri çekilirse oynamak ister misiniz?

Kesinlikle… Sanırım hepimizin biraz dinlenmeye ihtiyacımız var ama bataryalarımızı yeniden doldurduktan sonra evet… Böyle filmleri yapmak çok keyifli…

İlk filmde, oynadığınız karakterin araba tamiri konusundaki yeteneğini keşfetmiştik. Devam filminde bunu daha çok görecek miyiz?

Bu filmde bir motosiklet dükkanında çalışıyor ve Ducati marka motosikletlerin bakımını yapıyorum. Filmde motosiklete binmem gerekiyordu ama aslında binmedim. Birisi çerçevenin dışında durarak itti ve öyle çektik. Ancak çok gerçekçi durmadığı için o sahneyi sanırım yeniden çekmek zorunda kalacağız.

“Jennifer’s Body” adlı filmde Diablo Cody ile çalışmak nasıldı?

Harikaydı. Kış aylarında Kanada’da çekildi. Dondurucu bir soğuk olduğu için otel odasından pek çıkamadık. Bu durum beni bunalıma soktu ama oradaki karakter mükemmeldi.


www.uip.com.tr

26 Mayıs 2009

Röportaj: Shia LaBeouf


İlk filmin müthiş başarısından sonra “Transformers”ın setine dönmek nasıl bir duygu?

Shia LaBeouf: Hepimiz için keyifli oldu. Sanki beş ay süren öğrenci balosu gibiydi. İzleyicinin heyecan duymasından biz de çok heyecanlandık. Şahsen bugüne kadar deneyimlediğim en büyük başarıydı. Ben çok şanslı bir insan olmalıyım ki, Piramitleri görme şansına sahip oldum. Müthişti. Hepimiz çok mutluyuz. Hayatım boyunca ödediğim en büyük vergiyi ilk “Transformers”tan kazandığım parayla ödedim. Ekonominin ve iş dünyasının ne halde olduğunu düşünecek olursak, hepimiz işimizi koruduğumuz için mutluyuz.

“Transformers”ın başarısının ardından hayatınız nasıl değişti?

Eğer daha fazla dinlenme zamanım olabilseydi sırtımı yaslayıp oturabilir ve hayatımın nasıl değiştiğinin yansımalarını izleyebilirdim. Ancak ilk filmin ardından kesintisiz bir süreç oldu… Bum, bum, bum ve bummm! Dinlenme fırsatı bulamadığım için hayatımın çok fazla değiştiğini sanmıyorum.

Portresini çizdiğiniz karaktere yeni filmde neler oldu?

Sam ilk filmde dünyayı kurtarmıştı. Bunu bir kere yaptınız mı, çok hızlı şekilde ünlü olursunuz. Ancak Sam asla kahraman olmayı istememiş; zoraki şekilde o durumun içerisinde kalmıştı. Hatırlayacağınız gibi, aile kökenleri yüzünden bu olaylara karışmak zorunda kalan nörotik ruhlu bir gençti. Şimdi artık normal bir hayat sürmek, okuluna devam etmek istediğini görürüz. Sevdiği kadınla uzun mesafeli ilişkisini sürdürmeye çalışır. Sonra bir kez daha olanlar olur. Gözünün önünde birtakım görüntüler belirmeye başlar. Yeniden akıl ve ruh sağlığını kaybetmenin eşiğine gelmiştir. Aklını tamamen kaybedince uzun bir süreç yeniden başlamıştır. Sam’i bu noktada buluruz.

Öyleyse, Sam üniversite için uzaklara giderken Mikaela eve dönmüştür…

Evet. Babasıyla beraber bir bisiklet dükkanını çalıştırmaktadır. Bu arada Sam okuldadır.

Piramitlere çıkıp inme fırsatını çok istediniz mi?

Sabırsızlıkla bekledim ama burada olmak da harika… Sanırım, piramitlere çıkabilen ilk aktör John Turturro olacak. Böylesi şimdiye kadar hiçbir aktöre nasip olmamıştı. Bu John için çok harika birşey… Bizler de onun çevresinde olduğumuz için mutluyuz.

Böyle bir film yapmak nasıl birşey?

Sonuçta bu bir Transformers filmidir. Çizgi roman gerçekçiliği sözkonusudur. Şiddetli patlamalar, güzel kadınlar, hızlı arabalar ve çılgınlıklar… Başka birşeyler yapmaya çalışmıyoruz. Zaten izleyicimizin de bizden başka birşey istediği yok. Daha fazla heyecan ve eğlence isteyen izleyiciler için en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Yeni filmimiz sadece daha büyük, daha hızlı ve daha güçlü olmakla yetinmiyor. Aynı zamanda daha entelektüel ve daha fazla mizah var. İlk filmdeki mizah boyutu insanların hoşuna gittiği için genişlettik ve yenilerini ekledik.

Arabalarla sohbet etmek ve onlar cevap veriyormuş gibi davranmak zor oldu mu?

Hayli zor olduğunu söyleyebilirim. Bunu yapabilmek için iyi bir aktör olmalısınız. Aslında bunu yapmak için çocuk ruhlu olmanız gerekir demek daha doğru… John Turturro bizden epeyce yaşlı olduğu halde onda bile çocuk ruhu var. Arabalarla konuşurken sadece orada birşey olduğunu hayal ediyorsunuz. Aslında kendi kendinizle konuşuyorsunuz.

İlk filmden farklı olarak bence en keyifli yanı, robotlarla daha fazla karşılıklı etkileşim olmasıdır. Robotlarda yüz hatlarıyla ilgili bazı kısıtlamalar vardı. Bu konuda bazı gelişmeler sağlandı. Yüzünüze elektrik tesisatına benzer bir tel koyarlar ve bir robot sizin yüzünüze dokununca onu görebilirsiniz. İlk filmde bunu yapamamıştık ama şimdi teknolojik açıdan çok daha ilerideyiz.

Yaptığınız akrobatik hareketler arasında hangileri var?

Hepsi! Daha iki hafta önce çok büyük bir patlama sahnesini çektik. Bir filmde aktörlerin de içinde yer aldığı en büyük patlamaydı.

Elinizden yaralandıktan sonra yeniden yaralanabileceğinizden korkmadınız mı?

Elimi kırdıktan iki hafta sonra sete geri döndüm. İki gün önce kaşımda sıyrıklar oluştu. Buna rağmen rock yıldızları gibi devam ediyorsunuz. Çünkü çok eğlenceli…

Büyük bir patlama sahnesinde yer almak nasıldı?

Resmen saçlarım dimdik oldu. 600 galonluk (yaklaşık 2.500 litre) petrol patlatıldı. Bu sahneyi New Mexico’da çektik ve bombayla aramda çok kısa bir mesafe vardı. Bombanın birinci parçası sadece 200 metre uzaktaydı. Bu arada koşuyordum, çünkü dört aşamada patlayacak bombaların ikincisi sadece birkaç saniye sonra patlayacaktı. Sonra yanında bulunduğum üçüncü bombanın patlaması birkaç saniye sonra olacaktı. Tüm kentin havaya uçması beş saniye sürecekti. Eğer bombaları ateşleyen adam işleri karıştırsaydı şu an ölmüştüm. Sabahları napalm kokusu duymayı severim (Kahkahalar).

Patlayan bombalara rağmen hayatta kalabilmek için olimpik koşucu gibi olmalısınız…

Korku başa bela olunca insan 100 metre koşucusu gibi olur! Gündelik hayatımda çok hızlı birisi değilim ama film setinde en hızlı koşan bendim. Bundan emin olabilirsiniz. Ramon’la çöllerde bol bol yarıştık. Ramon atlettir. Aktör olmadan önce üniversite basketbol takımında oynuyormuş. Keyifli yarışlar yaptık.

Bombalı sahnelerde oynarken bombaya çok yakın olduğuuz aklınıza geldi mi?

Evet, bu hiç aklınızdan çıkmıyor ki… Özel efektleri hazırlayan elemanın da hep aklında olduğunu biliyorum. Bir yandan da Michael Bay faktörü var. Sürekli olarak, “Devam et, iyisin” diye bağıran bir yönetmen düşünün. Kameralara bu kadar hükmeden ve olaylara yakın duran bir yönetmen görmedim.


İlk filmi yaparken üç yıl sonra burada olmayı umuyor muydunuz?

Yeni bir tane daha yapacağımızı biliyorduk. Çünkü ilk yaptığımızın harika olduğunun farkındaydık. Ancak çekimlerin burada, Kahire’de yapılacağı hiç aklımıza gelmemişti. Michael Bay’in aklında dünyamızın harikalarından birisine gitme fikri vardı. İlk filmin çekimleri bittikten sonra aradaki sürede Transformers’ı pek düşünmedim. “Indiana Jones”un setinde Harrison Ford’un yanındayken de Transformers’ın bir sonraki serüveninin nerede çekileceği konusu hiç aklımda yoktu.

Sıradışı bir çocukluk döneminiz olmuş muydu?

Açıkçası çok fazla birşey yok. Sanırım normal bir çocuk gibi büyüdüm. Tek bir fark vardı. Ailemi maddi açıdan desteklemek zorunda olduğum için 12 yaşımdan itibaren çalıştım. Bu nedenle normal çocuklar gibi düzenli olarak okula gitmedim. Bundan gurur duyuyorum. Yetişme çağımdan gururluyum ve ailemi seviyorum. Mutlu bir insanım.

Üniversiteye gitmeyi planlamış mıydınız?

Aslında gitmek istiyordum ama Steven Spielberg başka türlüsüne karar verdi. Daha fazla film yapmamı istedi. Böyle bir durumda kalkıp da Spielberg gibi birisine, “Hayır Steven, sizinle birlikte film yapmayacağım. Sınıflarda film eğitimi alacağım ve sizin biyografinizi okuyacağım” diyecek halim yoktu.

Hobileriniz var mı?

Evet. Bisiklet ve motosiklete binmeyi severim. Normal insanlar gibi televizyon seyretmek hoşuma gider. Ancak bunu yapacak fazla zamanım yok. 22 yaşımdayım ve şu an çok fazla çalışmam gerektiğini biliyorum. 40 yaşıma geldiğimde bu hızda çalışmayı istemem. Harrison Ford bana birçok şey öğretti. Bu endüstride sadece çalışmaya devam ederken yeni iş teklifleri alabilirsiniz. Çalışmayan birçok arkadaşım var ama hiç mutlu değiller. Şu an bir aylık bir tatilim olsun isterim ama daha fazlası benim dengemi bozar. Çünkü ne kadar çok çalışırsam o kadar mutlu oluyorum. Belki bu filmden sonra bir tatil yaparım. Sonuçta kimse beni çalışmam için zorlamıyor, ben kendim istiyorum. Hayatımın 18 yaşımdan 25′e kadar olan bu döneminde birçok dönüşümler yaşıyorum. Ekranda da aynı dönüşümlerin olması için elimden geleni yapacağım. Örneğin daha olgun roller arayışındayım.

Sizce Transformers neden hit film oldu?

Çünkü sıkı filmdi. Nedeni bu!


www.uip.com.tr