22 Şubat 2008

80. Oscar Töreni’nden Notlar

Bu yıl 24 Şubat Pazar’ı 25 Şubat Pazartesi’ye bağlayan gece yapılacak 80. Oscar ödül töreni, simultane çeviriyle NTV’den, orijinal sesiyle CNBC-e’den canlı yayınlanacak...

“80. Oscar Ödül Töreni” Pazar gecesi ABD’nin Los Angeles kentinde gerçekleştirilecek ve NTV’den canlı olarak yayınlanacak. Yekta Kopan’ın konukları Tuğrul Eryılmaz, Mehmet Açar ve moda editörü Ece Sükan ile ödül törenini değerlendireceği “Oscar Gecesi” özel programı 24.00’te başlayacak. 01.00’den itibaren ise Kırmızı Halı Seremonisi ekrana gelecek. OSCAR Ödül Töreni ise 03.00’de başlayacak. Tören orjinal sesiyle de CNBC-e’de yayınlanacak.

3 bin 500 kişilik Kodak Tiyatrosu’ndaki muhteşem şöleni e2 kanalında yayınlanan “The Daily Show”dan tanıdığımız Emmy ödüllü komedyen Jon Stewart sunacak.

Törende James McAvoy, George Clooney, Cate Blanchett, Renee Zellweger, Tom Hanks, Harrison Ford ve Nicole Kidman da kazanan sanatçılara ödüllerini verecek. Ayrıca, geçen yıl Oscar ödülü kazanan Forest Whitaker ve Dame Helen Mirren da ödül dağıtacak ünlüler arasında yer alacak. Gecede Amy Adams ve John McLaughlin de performans sunacak.

Boyu 34,29 santimetre (13,5 inç) ve yaklaşık 4 kilogram olan Oscar heykelciği, önce bir metal alaşımdan imal ediliyor, daha sonra bakır, nikel, gümüş ve son olarak da 24 karatlık altınla kaplanıyor. Metro-Goldwyn-Mayer'in baş sanat direktörü Cedric Gibbons'ın tasarımını yaptığı heykelcik, Los Angeles'lı sanatçı George Stanley tarafından yapıldı. İlk Oscar törenlerinin düzenlendiği 16 Mayıs 1929 tarihinden bu yana 2 bin 622 Oscar heykelciği sahiplerine sunuldu.

http://oscar.ntvmsnbc.com/

40. SİYAD Türk Sineması Ödülleri

40. SİYAD - Türk Sineması Ödülleri için geri sayım başladı. 3 Mart 2008 Pazartesi günü TİM Maslak Show Center’da yapılacak olan ödül töreninde, Türk sinemasının 2007’de gösterime giren ürünleri ödüllendirilecek. 11 ayrı dalda dağıtılacak SİYAD heykelcikleri sahiplerini bulacak. Sinema Yazarları Derneği’nin 55 üyesinin katılımıyla yapılan oylama sonucunda seçilen adaylar, 2007’de gösterime giren 40 filmin 12’sinin künyelerinde yer alan isimler oldular.


Sinema yazarları, bu adaylar arasından kazananları 28 Şubat 2008 Perşembe günü yapılacak son bir toplantıyla belirleyecek. 3 Mart’taki gecede, Türk Sinem
ası Ödülleri’nin yanı sıra SİYAD’ın 2006-2007 sezonunda ‘en iyi yabancı film’ seçtiği “Pan’ın Labirenti” de ödülünü alacak. Ödül dağıtılacak 11 ana dalın dışında 2007’nin Umut Veren Sanatçısı da SİYAD gecesinde açıklanacak.

40. SİYAD - Türk Sineması Ödülleri Adayları
(isim sırasına göre alfabetik)

En iyi film

*
ADEM’İN TRENLERİ (Yapımcılar: Cengiz ERGUN, Ozan ERGUN, Metin SOLTAY, Serkan ÇAKARER)
*
KABADAYI (Yapımcılar: Mine VARGI, Ömer VARGI, Murat AKDİLEK)
*
MUTLULUK (Yapımcı: Abdullah OĞUZ)
*
SİS VE GECE (Yapımcılar: Turgut YASALAR, Zafer ÇELİK, Baha SERTER, Temel KERİMOĞLU, Kadir ALBAŞ)
*
YUMURTA (Yapımcı: Semih KAPLANOĞLU)

En iyi yönetmen

* Abdullah OĞUZ (Mutluluk)

* Barış PİRHASAN (Adem’in Trenleri)
* Onur ÜNLÜ (Polis)
* Semih KAPLANOĞLU (Yumurta)
* Turgut YASALAR (Sis ve Gece)

En iyi senaryo

* İsmail DORUK (Adem’in Trenleri)
* Kubilay TUNÇER, Elif AYAN, Abdullah OĞUZ (Mutluluk)

* Semih KAPLANOĞLU, Orçun KÖKSAL (Yumurta)
* Turgut YASALAR (Sis ve Gece)
* Yavuz TURGUL (Kabadayı)

En iyi erkek oyuncu performansı

* Cem ÖZER (Adem’in Trenleri)
* Haluk BİLGİNER (Polis)
* Kenan İMİRZALIOĞLU (Kabadayı)

* Murat HAN (Mutluluk)
* Nejat İŞLER (Yumurta)

En iyi kadın oyuncu performansı

* Fadik Sevin ATASOY (Zeynep’in Sekiz Günü)
* Nurgül YEŞİLÇAY (Adem’in Trenleri)
* Özgü NAMAL (Mutluluk)
* Saadet Işıl AKSOY (Yumurta)

* Şenay AYDIN (Saklı Yüzler)

En iyi yardımcı kadın oyuncu performansı

* Aslı TANDOĞAN (Kabadayı)
* Derya ALABORA (Adem’in Trenleri)
* Selma ERGEÇ (Sis ve Gece)
* Yıldız KENTER (Beyaz Melek)
* Zeynep TOKUŞ (Beyaz Melek)

En iyi yardımcı erkek oyuncu performansı

* Hakan BOYAV (Barda)
* İlyas SALMAN (Sis ve Gece)
* Rasim ÖZTEKİN (Kabadayı)
* Ufuk BAYRAKTAR (Yumurta)
* Volga SORGU (Barda)

En iyi müzik

* Cengiz ONURAL, Cenk ERDOĞAN (Sis ve Gece)

* Mehmet ERDEM, Özgür AKGÜL, Alp Erkin ÇAKMAK (Polis)
* Selim DEMİRDELEN (Barda)
* Sunay ÖZGÜR, Ender AKAY (Adem’in Trenleri)
* Zülfü LİVANELİ (Mutluluk)

En iyi kurgu

* Ahmet Can ÇAKIRCA (Polis)
* Ayhan ERGÜRSEL, Suzan Hande GÜNERİ, Semih KAPLANOĞLU (Yumurta)

* Aylin ZOI TİNEL (Adem’in Trenleri)
* Levent ÇELEBİ, Abdullah OĞUZ (Mutluluk)
* Serhan KAZAR (Sis ve Gece)

En iyi sanat yönetimi

* B. Filiz EKİNCİ, Hakan DÜNDAR (Son Osmanlı “Yandım Ali”)

* Mustafa Ziya ÜLKENCİLER (Mavi Gözlü Dev)
* Naz ERAYDA (Yumurta)
* Nezih DİKİŞOĞLU (Adem’in Trenleri)
* Tolunay TÜRKÖZ (Mutluluk)

En iyi görüntü

* Eyüp BOZ (Beyaz Melek)

* Gökhan ATILMIŞ (Sis ve Gece)
* Mirsad HEROVIC (Mutluluk)
* Özgür EKEN (Yumurta)
* Peter STEUGER (Adem’in Trenleri)


SİYAD'ın "Onur" ve "Emek" Ödülleri

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Kadir İnanır, Müjde Ar ve Safa Önal'a ''Onur Ödülü'', yapımcı Üstün Karabol'a da ''Emek Ödülü'' verilmesini kararlaştırdı.

Alınan bilgiye göre, SİYAD Yönetim Kurulu, 3 Mart'ta TİM Maslak Show Center'da gerçekleştirilecek ''40. SİYAD-Türk Sineması Ödülleri'' töreninde takdim edilecek ''onur'' ve ''emek'' ödülleri sahiplerini belirledi.

Buna göre ''Onur Ödülleri'', sinema sanatçıları Kadir İnanır ve Müjde Ar ile senarist Safa Önal'a verilecek.

''Emek Ödülü'' ise ''1960'lardan bu yana sinema sanatının Türkiye'deki gelişimi ve tanınması için harcadığı çabalar, özellikle Avrupa sinemasının Türkiye'de ticari dolaşım ağına girmesi konusunda yaptığı katkılar, Türkiye'de bir türlü gelişemeyen animasyon sinemasının yol almasına verdiği destekler ve sinemacılığın her alanında çalışmış olmanın getirdiği engin deneyim'' nedeniyle yapımcı Üstün Karabol'a takdim edilecek.

AA

21 Şubat 2008

İşte Oscar’ın Gerçek Sahipleri!

Değerli SineMarket ziyaretçileri ankete katılarak Oscar adaylarını değerlendirdiler. Toplam ‘197’ oy kullanıldı. Hepsine tek tek teşekkür eder, ziyaretlerini sürdürmelerini dilerim...

İşte kıymetli anketimizin sonuçları:

En İyi Film:

Kan Dökülecek (There Will Be Blood) - 41%

En İyi Yönetmen:

Paul Thomas Anderson (Kan Dökülecek) - 40%

En İyi Erkek Oyuncu:

Johnny Depp (Sweeney Todd) - 50%

En İyi Kadın Oyuncu:

Cate Blanchett (Elizabeth: Altın Çağ) - 56%

En İyi Özgün Senaryo:

Michael Clayton : Tony Gilroy - 40%

En İyi Animasyon:

Ratatouille - 62%

20 Şubat 2008

Oscar’a Doğru…

24 Şubat gecesindeki 2008 Oscar Töreni yaklaştıkça heyecan ve merak da artıyor… 80. Akademi Ödülleri için adayları değerlendirmeye başlamadan önce, Oscar’da şimdiye kadar neler olup bitmiş bazı veriler ve istatistiklerle göz atalım…

Öncelikle son 5 yılın Oscar alan filmlerine bakalım:

2003 – En iyi film dahil olmak üzere 6 dalda Oscar’a, ayrıca 3 Altın Küre ve bir de BAFTA ödülüne layık görülen “Chicago

2004 – Deyim yerindeyse fantastik dünyada yeni bir kapı açan Peter Jackson’un Yüzüklerin Efendisi serisinin son filmi “Kralın Dönüşü” en iyi film dahil olmak üzere 11 dalda Oscar alarak, Ben-Hur ve Titanic ile birlikte rekora ortak oldu.

2005 – Garsonluktan boksörlüğe uzanan hikayesiyle Hilary Swank’ın canlandırdığı Maggie, ve tabi ki Clint Eastwood’un başarısı “Million Dollar Baby

2006 – Los Angeles’ta birbirini tanımayan insanların otuz altı saatte birbiriyle nasıl tanıştıklarını konu alan “Crash” aynı zamanda en iyi orijinal senaryo Oscar’ının da sahibi olmuştu.

2007 – ve 1929’dan bu yana süre gelen Oscar Törenleri’nde son Oscar Ödülü’nü alan film “The Departed (Köstebek)” 79. Oscar Akademi Ödülleri Töreni’nden tam 4 ödülle ayrılmıştı…

Bilgilerimizi tazeleyecek verilerle devam edelim: Son 5 yılın;

En İyi Yönetmen Oscarları:

2003 – Roman Polanski (The Pianist)

2004- Peter Jackson (Kralın Dönüşü)

2005- Clint Eastwood (Million Dollar Baby)

2006- Ang Lee (Capote)

2007 – Martin Scorsese (Köstebek)

En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu Oscarları:

2003 – Nicole Kidman (The Hours), Adrien Brody (The Pianist)

2004 – Charlize Theron (Monster), Sean Penn (Mystic River)

2005 – Hilary Swank (Million Dolar Baby), Jamie Foxx (Ray)

2006 – Reese Witherspoon (Walk The Line), Philip Seymour Hoffman (Capote)

2007 – Helen Mirren (The Quenn), Forest Whitaker (The Last King of Scotland)

Şimdi de Oscar tarihindeki istatistiklere göz atalım;

14 Dalda Aday Gösterilmiş Filmler:

- All About Eve (1950), 6 dalda ödül kazanmış.

- Titanic (1997), 11 dalda ödül kazanmış.

13 Dalda Aday Gösterilmiş Filmler:

- Gone with the Wind (1939), 8 dalda ödül

- From Here to Eternity (1953), 8 dalda ödül

- Mary Poppins (1964), 5 dalda ödül

- Who’s Afraid of Virginia Woolf? (1966), 5 dalda ödül

- Forrest Gump (1994), 6 dalda ödül

- Shakespeare in Love (1998), 7 dalda ödül

- The Fallowship of the Ring (2001), 4 dalda ödül

- Chicago (2002), 6 dalda ödül

11 Dalda Ödül Almış Filmler:

- Ben-Hur (1959), 12 dalda aday

- Titanic (1997), 14 dalda aday

- The Return of the King (2003), 11 dalda aday

10 Dalda Ödül Almış Filmler:

- West Side Story (1961), 11 dalda aday

9 Dalda Ödül Almış Filmler:

- Gigi (1958), 9 dalda aday

- The Last Emperor (1987), 9 dalda aday

- The English Patient (1996), 12 dalda aday

En Fazla Aday Gösterilen Oyuncular:

- Merly Streep, 13 dalda aday - 2 ödül

- Katharine Hepburn, 12 dalda aday - 4 ödül

- Jack Nicholson, 12 dalda aday – 3 ödül

- Bette Davis, 10 dalda aday – 2 ödül

- Laurence Oliver, 10 dalda aday – 1 ödül


İstatistikleri istemediğimiz kadar uzatmak mümkün, ancak bu kadarı yeterli diye düşünüyorum. Oscar’ın yakın tarihine baktığımızda, ne yazık ki görmek isteyip de göremediğimiz ya da görmemek isteyip de gördüğümüz pek çok film mevcut… Bu konu ayrıca bir tartışma mevzusu olacağı için ayrıntıya girmiyorum.


Gel gelelim 80. Akademi Ödülleri’ne… Bildiğiniz üzere Ocak ayının son haftasında Los Angeles’taki törenle toplam 24 dalda verilecek ödüller için adaylar, Film Sanat ve Bilimler Akademisi’nin 5800 üyesinin oylarıyla belirlendi.

Californialı bir petrolcüyü konu alan “There Will Be Blood” ve unutulmaz Coen Kardeşler’in filmi “No Country For Old Men” sekizer dalda Oscar’a aday olurken, Altın Küre ve BAFTA ödüllerinde iyi bir performans gösteren “Atonement” ile “Michael Clayton” ise yedişer dalda aday gösterildiler. Ayrıca en iyi yönetmen dalında ise aynı beşliden tek bir fark vardı, Atonement yerine Julian Schnabel’in etkileyici Fransızca dram ve biyografi filmi “The Diving Bell and the Butterfly” aldı.

Şimdi Oscar adaylarını değerlendirirken, basın ve anketlere dayalı gözlemlerimi ve ayrıca kendi düşüncelerimi yazacağım…

İçlerinden birkaç film hariç, Oscar’a aday olma hakları bile tartışılacak beş adet film… Aday olmalarını burada tartışmak yerine, adayları değerlendirelim. Son Altın Küre ve BAFTA ödüllerinde başarılı bir çıkış yakalayan “Atonement”, sadece Altın Küre ile yetinmek istemiyor. Zaten Oscarlık filmlere genel olarak baktığımızda drama öğelerini yeterince fazla barındıran filmler olduğu görülür. Yani Akademi’nin gözüne girmek için yüksek bütçeli filmlere gerek yoktur, bu filmler her ne kadar sinefiller tarafından yüksek notlar alsa bile, Akademi üyelerinin ilgisini çekmeyebilir. O açıdan Kefaret Akademi üyelerini etkilemiş görülüyor. Zaten adaylar arasında biz kamuoyundan da geçer not alan filmler arasında Kefaret. Geçer not alan bir diğer film ise “There Will Be Blood” hiç şüphesiz. Şimdiden IMDb listelerinin üst sıralarını karıştıran bir film. Yeni nesil Citizen Kane olarak görülen film, IMDb Top 250 listesinde Citizen Kane’i bile geride bırakarak 21. sıraya yerleşti ve bu son yıllarda görülen en önemli hareketlerden biriydi. Coen Kardeşler Fargo’dan bu yana içeriği değil ama kendilerini geliştirmişe benziyorlar. Aynı şekilde yine bir çanta paranın ardından koşacağımız “No Country for Old Men” Top 250’de 34. sırayı yerleşse bile taraflar ve benim kanaâtime göre de Oscar heykelciğine sahip olacak gibi görünmüyor… 7 dalda Oscar’a aday olan “Michael Clayton” en iyi film haricindeki diğer 6 dal için dua etmeye başlasa iyi olur. En zayıf halka olarak gördüğüm “Juno” ise bu dalda Oscar’a aday gösterilerek ödülünü aldı bile…

Şüphesiz En İyi Yönetmen Oscarı, en merakla beklenen ödül çünkü Akademi’nin kamuoyunu -eskilerde de olduğu gibi- şaşırtacağını düşünüyorum. Pek çok kesim “Paul Tomas Anderson” ile “Coen Kardeşler” arasında kararsızlığını sürdürse de Oscar, Kelebek ve Dalgıç performansıyla “Julian Scnabel”e gidecek gibi görünüyor. Benim düşüncem Coen Kardeşler’i destekliyor…

Beş tane birbirinden yetenekli En İyi Erkek Oyuncu Oscar Adayları… Hiç şüphesiz her biri ayrı ayrı Oscar’ı hak ediyor. Hollywood tarihinin belki de en başarılı oyuncularından biri “Tommy Lee Jones” ve ayrıca Eastern Promises’ta iyi bir performans gösteren “Viggo Mortensen” ne yazık ki bu yıl Oscar’a uzak görülüyorlar. Kamuoyundaki duruşuyla Akademi’nin antipatisini kazanan “George Clooney” ise bu sebepten dolayı ödüle uzak. Geriye kalan iki isimden “Johnny Depp” her ne kadar sevilen ve sempatik bir oyuncu olsa da bu yıl ödülü “Daniel Day-Lewis”e kaptıracak gibi gözüküyor.

En İyi Kadın Oyuncu kategorisine baktığımızda, yine çekişmeli bir durum söz konusu. Ancak “Ellen Page” için Oscar erken görülürken, “Laura Linney” içinse şansın düşük olduğu açık. Oscarlı oyuncu “Julie Christie” alzheimer hastası bir kadın rolüyle performansı göz doldururken, Edith Piaf biyografisi ile “Marion Cotillard” Oscar’ı alarak bizleri şaşırtabilir. Oscar’ın en büyük favorilerinden “Cate Blanchett” aynı yıl iki dalda Oscar’a aday olarak başarısını ortaya koydu zaten.

En İyi Özgün Senaryo için, genç bir kızın beklenmedik hamileliği ve bebeği için yaptığı planları konu alan “Juno” Oscar’a en yakın aday. Fakat en iyi film dalında da aday diğer film olan “Michael Clayton” ve senenin bağımsız filmlerinden “Lars and the Real Girl”ü de es geçmemek gerekiyor.

Her ne kadar En İyi Yardımcı Erkek Adayları arasında “Casey Affleck” bulunsa da, ödül hiç şüphesiz “Javier Bardem”e gidecek…

Belki de en belirsiz kategori En İyi Kadın Oyuncu Ödülü… Akademi belki de iki dalda aday olan “Cate Blanchett”e en azından bu ödüle layık görebilir ya da Gone Baby Gone performansıyla “Amy Ryan” Oscar’a en yakın isim.

Takva’yı da adaylar arasında görmek istediğimiz, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını Yahudi-Nazi konusunu işleyen “The Counterfeiters” kazanacak gibi. Ancak bir Kazak filmi olan “Mongol” bu ödülü alsa fena olmazdı…

Adaylar açıklandığında tepkisiz kalamadığım bir kategori En İyi Animasyon Oscar’ı… Amerika’nın Springfield kasabalarından birinde geçen ancak tüm Amerika’yı ve Dünya’yı ilgilendiren konularıyla belki de Dünya’nın en ünlü ailesi haline gelmiş bir dizinin filmi ‘The Simpsons Movie’. Ne yazık ki Akademi Simpsonlar’ı sadece eğlence faktörü olarak görmüş olmalı ki Oscar’a layık görmedi. Fakat Matt Groening’e yapılan bir haksızlık olarak görüyorum bunu… İlginç ve gerekli içeriği ile “Perspepolis” Oscar’ı hak ediyor; ancak Akademi Pixar’a oyunu verecektir ve “Ratatoluille” ipi göğüsleyecektir.

Diğer kategorilerdeki dikkat çeken filmlere de göz atalım… En İyi Orijinal Film Müziği Ödülü “Once”a gidebilir. En İyi Kostüm kategorisinde “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu” olmaması, ödülü “Sweeney Todd”un alması anlamına geliyor. Aynı şekilde, En İyi Makyaj’da da “Sweeney Todd”un bulunmaması, ödülü “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu”na kazandıracaktır. Bu yıl çok beğendiğim bir film olan “3:10 to Yuma” umarım en azından aday olduğu En İyi Müzik Ödülü’nü kazanır. En İyi Görsel Efekt’te de iki film kapışıyor. Milyon dolarlık bütçesiyle “Altın Pusula” Oscar’ı “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu”na kaptırmayacaktır. Bu sefer Amerika’daki sağlık sorununu ele alan Michael Moore “Sicko”su ile En İyi Belgesel Oscarı’na yakın…

Geçmişten günümüze ve önümüzdeki Oscar’dan notlar bu kadar. Umarım Oscar heykelciklerine hak eden filmler ve isimler sahip olur. Oscar Ödülleri’nin en önemli amacının, Oscar’a sahip olmak isteyen yönetmen ve oyuncuların her geçen sene daha çok çaba göstererek daha kaliteli yapımlarla Dünya sinema sektörünü geliştirmeleri olarak görüyorum…

19 Şubat 2008

Eurovision 2008 - Mor ve Ötesi


Şarkı her ne kadar güzel olsa da, Eurovision için kriterleri tekrar unutmuşa benziyoruz ne yazık ki... Elbette ülkemizi en iyi şekilde temsil etmelerini ve BAŞARILAR diliyoruz

18 Şubat 2008

World Press 2007 Photo Ödülleri

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve bu yıl 51'incisi gerçekleştirilen Dünya Basın Fotoğrafı yarışmasına, 125 ülkeden toplam 5 bin 19 fotoğrafçı, 80 binin üzerinde fotoğraf ile katıldı.

''2007 Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü''nü, İngiliz foto muhabiri Tim Hetherington kazandı. Amsterdam'da seçici kurul tarafından yapılan açıklamada, foto muhabiri Tim Hetherington'un ödülünü, geçen Eylül ayında Afganistan'da çektiği, sığınakta yorgun düşmüş Amerikan askerini gösteren fotoğrafıyla aldığını bildirdi. İngiliz foto muhabiri basın fotoğrafındaki birinciliğiyle birlikte 10 bin euro da para ödülünün sahibi oldu.

World Press Yılın Fotoğrafı - Tim Hetherington


Spor (Öykü) kategorisinde birincilik - Erik Refner


Sanat ve Eğlence (Öykü) kategorisinde birincilik - Rafal Milach


Dünya Basın Fotoğrafı Yarışmasında 10 ayrı dalda 23 ülkeden 59 foto muhabirine daha ödül verildi. Ödül kazanan bu fotoğrafçılar arasında Türkiye'den kimse bulunmuyor.

Dünya Basın Fotoğrafı yarışmasında dereceye girenlere ödülleri, 27 Nisanda Amsterdam'da düzenlenecek törenle verilecek.

Ödül kazanan fotoğraflar önce Amsterdam'da 29 nisan - 22 haziran arasında, daha sonra da dünyanın değişik yerlerinde 100 ayrı salonda sergilenecek.

CNN Türk

17 Şubat 2008

Recep İvedik'in İlk Röportajı

Basın bülteni ilk elimize ulaştığında, kıtlıktan çıkmış gibi yemek yiyen, tüylü bir adam görünüyordu sadece fotoğraflarda. Şahan Gökbakar’ın televizyonda ilgiyle izlenen Recep İvedik karakterini sinemaya taşıyacağı haberini hemen duyurmuştuk ancak bu boyutta bir ilgi beklemiyorduk, açık konuşmak gerekirse. Ne olduysa filmin fragmanı internette yayınlanmaya başlayınca oldu ve Türk halkı yeni bir yıldız kazandı: “Recep İvedik”. Fragmanı Sinemalar.com’da izlenme rekorları kıran “Recep İvedik”i bu kadar popüler yapan neydi? Onu görür görmez gülmeye başlamamız normal miydi? Bu soruların cevabını ancak ‘Recep İvedik’ karakterinin yaratıcısı Şahan Gökbakar verebilirdi. Yeni başlayan televizyon programı ve “Recep İvedik” filminin tanıtım çalışmaları nedeniyle hareketli günler geçiren Şahan, kendisinden daha ünlü olmayı başaran “Recep İvedik”i ilk kez Sinemalar.com’a anlattı. Bu özel röportaj için kendisine teşekkür ediyor ve 22 Şubat’ta vizyona girecek filmi için başarılar diliyoruz, pek ihtiyacı yok gibi görünse de…


Sinemalar.com: “Recep İvedik” filminin fragmanının bu kadar ilgi göreceğini tahmin ediyor muydun?

Şahan Gökbakar: Aslında beklediğim bir ilgiydi çünkü diğer skeçler de son derece iyi oranlarda izlenmişti. Ama tabii bir rekor kırması çok hoş. Şu an internette 3 haftada 5 milyon kez izlendi. Sinemalar.com’da da rekor kırmış duyduğum kadarıyla…

S: Neden skeçlerinde canlandırdığın diğer karakterler değil de, Recep İvedik üzerinden bir film yapmayı tercih ettin?

Şahan: Geri dönüşü en çok bu tipten aldım.

S: Aslında sokakta binlerce Recep İvedik ile karşılaşıyoruz her gün… Bu karaktere neden bu kadar çok gülüyoruz peki?

Şahan: Bence çok bizden bir karakter de o yüzden. Herkes biraz Recep İvedik aslında.

S: Recep İvedik’in fragmanının gördüğü ilgi üzerine, hiç ortada yokken, birden “AROG” ve “Osmanlı Cumhuriyeti”nin tanıtım filmlerinin yayınlanması, filminin başarısını gölgelemek için yapılan kasıtlı bir hareket olabilir mi?

Şahan: Eğer filminiz başarılıysa bence hiçbir kuvvet bunu engelleyemez. Ama bilinçli bir hareket olduğu çok açık. Bu da beni çok mutlu etti. Demek ki çok ciddi ve ses getiren bir iş yapmışım.

S: “AROG” ve “Osmanlı Cumhuriyeti”, “Recep İvedik’e zarar verebilir mi? Ya da tam aksi, “Recep İvedik”ten çok mu korktu acaba diğer komedyenler?

Şahan: Bu iki film de neredeyse bir sene sonra vizyona girecek. O yüzden kimse kimseye zarar veremez.

S: Skeçleri ve fragmanı oldukça ilgi gören “Recep İvedik”in filminin de aynı başarıyı yakalayacağını düşünüyor musun?

Şahan: Bence film benzer bir başarıyı yakalayacak ama ne kadar gişe yapar bilemem. Tek istediğim insanları güldürmek.

S: Skeçlerinde canlandırdığın karakterler içinde filme dönüştürmeyi düşündüğün başka kahramanlar var mı?


Şahan: Tam olarak düşünmedim, sanırım var. Mesela “İşin Aslı” skecindeki Kayhan çok sevdiğim bir karakter. Onun üzerine çalışabilirim.

S: Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi komedyenleri kendine rakip görüyor musun? Şahan Gökbakar’ın ne gibi ayrıcalıkları var seyircisine sunduğu?

Şahan: Seyircime sunduğum ayrıcalık, sauna ve masaj ücretsiz bizde. Ayrıca ömür boyu üyeliklerde yüzde yirmi iskonto yapıyoruz.
S: Ben de ne zaman espri yapacaksın diye bekliyordum. Çekimler ve skeçler dışında da, her daim komik misin? En çok nelere gülersin?

Şahan: En çok saçma sapan olaylara gülerim. Bazen kimse gülmez ben gülerim ya da herkes güler ben gülmem.

S: İstanbul’a geldiğin ilk yıl evden dışarı adım atmadığını okumuştum bir röportajında… Kabuğunu kırmayı nasıl başardın?

Şahan: Ben genelde düşünürüm zaten. Bu sayede hayatımda baya birşeyi çözdüm.

S: Filmin tanıtımında internetin rolü ortada… Şahan Gökbakar nasıl bir internet kullanıcısı? Web sitelerinde yayınlanan, filminle veya kendinle ilgili yorumları, haberleri takip ediyor musun?

Şahan: Internet benim için üç işe yarar: 1: seyahat ve organizasyon 2: mail 3: yemek siparişi


16 Şubat 2008

'Sweeney Todd' Özel Röportajı


Sinemalar.com’dan “Sweeney Todd” ve Johnny Depp hayranlarını sevindirecek bir ilk daha!

15 Şubat 2008’de gösterime girecek “Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi” filminde bir araya gelen başarılı yönetmen Tim Burton ve ünlü oyuncu Johnny Depp filmin hazırlık süreci ile ilgili düşüncelerini anlattılar.

Filmin çekim aşamasından görüntüler ve özel sahnelerle süslenen, sadece Sinemalar.com’da izleyebileceğiniz bu kısa ve keyifli röportajı İngilizce olarak yayınlıyoruz. Röportajın Türkçe çevirisini aşağıda bulabilirsiniz. Keyifle izlemeniz dileğiyle…

JOHNNY: Beraber çektiğimiz ilk film on yedi sene kadar önceydi adamım...

TIM: Johnny her seferinde başka bir karakteri canlandırıyormuş gibi hissediyorum. Bu yüzden, 6 farklı kişiyle çalışıyorum gibi geliyor.

JOHNNY: Bazı filmler vardır, kendinizi içinde hissedersiniz, yaptığınız işi, film sürecini ve bunun gibi şeyleri seversiniz. Bir de Tim’den gelen telefonlar vardır ki…işte bu benim için eve dönmek gibi bir şeydir.

JOHNNY: Atmosfer sizi yeni ve farklı şeyler yaratmaya teşvik ediyor.

SWEENEY: Tabi! Bayım! Bir traşa ne dersiniz?

TIM: Şarkı söylemek tabii ki filme bambaşka bir boyut katıyor. Johnny de bana, “sanırım yapabilirim” dediğinde, bu benim için yeterliydi.

SWEENEY: Öcümü alacağım, huzura ereceğim (şarkı söylerken)

TIM: Birkaç ay sonra bana bir kaset gönderdi ve bu inanılmazdı. Tüm beklentilerimin üzerindeydi.

SWEENEY: Hayatınızdaki en yakın traşı olacağınıza garanti ederim.

TIM: Johnny modern bir rock yıldızı kalitesi getiriyor yaptığı işe.

SWEENEY: Eve, seni beklerken bulmaya geldim…eve (şarkı söylerken)

JOHNNY: Tim’in ne kadar heyecanlı olduğunu hatırlıyorum. Bugüne kadar, burada çıkarmakta olduğu işin yakınından geçen hiçbir şey yapmamıştı, ben de öyle. O yüzden çok ama çok heyecan vericiydi.

TIM: Biz “film şöyle oldu, böyle oldu” demeyi sevmiyoruz. Yeni bölgelere girmek eğlenceli bizim için. Her seferinde çıtayı biraz daha yükseltiyoruz.

JOHNNY: Tim kendini aştı.

SWEENEY: Hayat yaşayan içindir azizim, o yüzden yaşamaya devam edelim. (şarkı söylerken)

SWEENEY/ MRS. LOVETT: Sadece yaşamaya devam edelim. Gerçekten yaşamaya...

SWEENEY: Traşa gelir misin?

15 Şubat 2008

Altunizade Capitol'de ‘Son Ders’

8 Şubat'ta vizyona sunulan, yönetmenliğini M. Uğur Yağcıoğlu ile Iraz Okumuş'un yaptığı, başlıca rollerde usta oyuncu Ferhan Şensoy, Kaan Urgancıoğlu, Ege Aydan, Ece Uslu, Durul Bazan, Ekin Türkmen, Dost Elver, Engin Hepileri, Birce Akalay, Burak Sarımola, Aylin Kontente, Neriman Uğur, Ali Yaylı ve Burcu Okutulmuş'un yer aldığı “Son Ders” filmi, 16 Şubat Cumartesi günü Altunizade Capitol sinemalarında seyircilerin karşısına bir sürprizle çıkıyor.

Filmin 16:15'teki biletli özel gösterimine, “Son Ders”in yönetmen ve oyuncuları katılarak, filmi sinemaseverler ile birlikte izleyecek. Bu sayede sinemaseverler, film öncesi ve sonrasında yönetmen ve oyuncularla sohbet etme olanağı bulacak.

Sinemacı Gençler, Kaçırmayın!

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından 13 – 23 Mart 2008 tarihleri arasında düzenlenecek 19. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında, Avrupa Birliği Gençlik Değişimi projesi gerçekleştirilecek.

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı ve Culture and Art Initiative işbirliğiyle gerçekleşecek "Kafandakini Çek (Get Your Own Picture)" adlı projede 32 Alman ve 32 Türk genci, on gün ortak hedefler doğrultusunda birlikte çalışacak ve çeşitli workshoplara katılacak. Proje kapsamında, genç katılımcıların film yapımına ilişkin teorik eğitim aldıktan sonra “Avrupa Mitleri” konusunda kendi fikirlerinden yola çıkarak birer kısa film yapmalarına olanak sağlanacak.

Gençler arasında Avrupalılık bilincini güçlendirmeyi ve dinler arası karşılıklı diyalogla anlayışı arttırmayı hedefleyen projenin diğer workshopları ise Film Festivali Sanat Sokağı ile Detmold Almanya 2009 buluşması.

Etkinliklere ve workshoplara katılımın ücretsiz olduğu projenin ikinci ayağı Almanya'nın Detmold kentinde gerçekleşecek.

Bu etkinliklere katılmak isteyenlerin, proje düzenleyicileri ile tanışmak ve detaylı bilgi almak üzere 16 Şubat 2008, Cumartesi günü saat 10:00’da Ankara Kızılay Büyülü Fener sinemasında düzenlenecek toplantıda bulunmaları gerekiyor.

14 Şubat 2008

Senaristlerin Grevi Sona Erdi!

Amerikan eğlence sektörünü çıkmaza sokan grev nihayet bitti. Özellike televizyon sektörü rahat bir nefes aldı.

Artık TV dizilerinin DVD’lerinin çıkması ve Amerika dışında da yüksek satış rakamlarına ulaşması ile başlayan telif hakkı mücadelesi kısır bir dizi sezonuna yol açmış birçok dizinin yayın hayatını etkilemişti.

Kimler etkilendi sorusunun cevabına kalkan parmakları saymak mümkün olmazdı doğal olarak. Diziler çok doğal şekilde etkilendi ama neredeyse Hollywood büyük bir çıkmaza girmek üzere idi. Zira son aylarda 3-4 yaratıcı yönetmen senaryo yaratma sürecine girmek üzereydi neredeyse. Nasıl oldu, nasıl tatlıya bağlandı sorularını sormaya sanırım gerek yoktur.

Peki sonuçlandı da ne oldu sorusuna verilebilecek muhtemel cevaplarda şunlar. Yaz aylarına hazırlanan büyük gişe filmleri kurtuldu. Lost dizisi planladığı gibi sezonunu tamamlayabilecek. Prison Break sevenler de rahat nefes aldı. Heroes dizisi de Nisan-Mayıs civarı üçüncü sezonunu açmış olacak. Kısacası yeniden TV başına dönüş başladı.

bodakedi.blogspot.com

13 Şubat 2008

!f İstanbul

!f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 14 - 24 Şubat tarihleri arasında İstanbul’u 7. kez “tersyüz” edecek! İstanbullular uluslararası festivallerde gösterilmiş, aralarında Oscar adaylarının da yer aldığı 70 filmi izleme fırsatı bulacak.

!f İstanbul yedinci yılında ünlü yönetmen John Cameron Mitchell, Cannes Film Festivali yönetmenlerinden Christophe Leparc, Screen International dergisi editörü Wendy Mitchell, tanınmış fotoğrafçı Perry Ogden ve ülkemizden Reha Erdem’in jüriliğini yapacağı uluslararası bir yarışmayla sesini duyuruyor.

İstanbul’u genç ve yenilikçi sinemanın adresi yapmayı amaçlayan $15,000 ödüllü !f Inspired/Keşi!f yarışması, dünyanın dört yanından 10 sıradışı filmi bir araya getiriyor.

!f Istanbul 14-24 Şubat 2008 tarihleri arasında Beyoğlu AFM Fitaş, AFM İstinyePark ve AFM Caddebostan Budak sinemalarında gerçekleşecek. Sinemaseverler tarafından merakla beklenen 70 filmi programına dahil eden festival, bu sene de “!f Ankara” ile 28 Şubat - 2 Mart tarihlerinde AFM Cepa sinemasında Ankaralı sinemaseverlerin karşısına çıkacak. Biletler 6 Şubat’tan itibaren www.Mybilet.com’da. Biletler hafta içi gündüz seanslarında 5 YTL’den satışa sunulacak.

!f İstanbul 2008 programı

!f İstanbul

Kütahya'da Halk Eğitimi Merkezi Kursları

Kütahya Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü’nün 2007-2008 yılında 3 ayrı alanda açtığı kurslarda en çok ilgiyi mesleki-teknik içerikli kursların gördüğü bildirildi. Ayrıca Kütahya'da Halk Eğitimi Merkezi kurslarından 7 bini aşkın kişi yararlanıyor

Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, 2007–2008 eğitim öğretim yılında çok sayıda ve birçok meslek grubuna yönelik 289 ayrı kurs düzenlendi. Mesleki-teknik, sosyal-kültürel ve okuma-yazma alanlarında açılan kurslarda en çok ilgiyi toplamda 3 bin 570 kişi ile mesleki-teknik kursu gördü.


Mesleki-teknik alandaki kurs sayısı 121 olurken, okuma-yazma alanında 37 ve sosyal-kültürel alanda da 131 kurs açıldı.

Kütahya Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü yetkilileri, kursların hala devam ettiğini, bazı alanlarda açılan kursların ise gelen talepler doğrultusunda açıldığını bildirdi.

Mesleki-teknik alanda 2007-2008 eğitim ve öğretim yılı içerisinde toplamda 121 kurs açıldığı ve 3 bin 570 kişinin kursa müracaat ettiği belirtildi.

Mesleki-teknik, okuma-yazma ve sosyal kültürel kursların hemen hepsinde erkek katılımcıların daha fazla olduğu belirtilirken, açılan 121 mesleki-teknik kurslarına 2 bin 659 erkek, 911 bayan katılımcı, açılan 37 okuma yazma kurslarına 577 erkek, 216 bayan katılımcı ve açılan 131 sosyal-kültürel kurslarına ise bin 375 erkek, bin 383 de bayan katılımcı katıldı.

Söz konusu alanlarda toplamda 289 kurs açılırken kurslara 4 bin 611 erkek, 2 bin 510 bayan kursiyerin katıldığı, toplamda da 7 bin 121 kursiyerin olduğu açıklandı.

Yetkililer ayrıca bu yıl açılan kursların hala devam ettiğini, gelen kursiyer sayısında zaman zaman azalmaların yaşandığını, sona eren kurslarda da birçok kişinin katıldığı kursla ilgili belgelerini aldığını söyledi.

12 Şubat 2008

Roy Scheider Öldü

Amerikalı aktör Roy Scheider, hayatını kaybetti. 75 yaşındaki aktör iki yıldır kanser tedavisi görüyordu...

Arkansas Üniversitesi Tıp Fakültesi yetkilisi Leslie Taylor, fakültenin Myeloma Araştırma ve Terapi Enstitüsünde yaklaşık 2 yıldır kanser tedavisi gören aktörün kan kanseri türü myelomadan öldüğünü söyledi.

1975 yapımı “Jaws” filmiyle dünya sinema izleyicisinin zihnine kazınan Amerikalı aktör pek çok ses getiren filmde rol aldı. Roy Scheider, sinema tarihinin 100 milyon dolar gişe hasılatına ulaşan ilk filmi Jaws’da bir polis müdürünü canlandırıyordu. Ayrıca Scheider, Gene Hackman'ın başrolünü oynadığı 1971 yapımı "The French Connection" ile en iyi yardımcı erkek oyuncu, 1979 yapımı "All That Jazz"daki rolüyle de en iyi erkek oyuncu dallarında Oscar'a aday gösterilmişti.

Scheider'in dikkat çeken diğer filmleri arasında "You're gonna need a bigger boat", "Klute", Dustin Hoffman ile oynadığı "Marathon Man" ve Meryl Streep ile oynadığı "Still of the Night" da bulunuyor.


10 Şubat 2008

Oyun Konsolundan Beyaz Perdeye

‘loading’ yazısını kısa bir süre bekledikten sonra aksiyonun yanında gerilimi yaşatmaya hazır bir ritimde müzikle açılır oyunun ilk sahnesi… Siyah takım elbisesi içinde sert ve ciddi bakışlı bir katil, Agent 47’den başkası değildir kendisi. Merkezden kurbanı için tanımlamaları ve bilgileri alır sonra tabiri yerinde ise dazlak ve barkod kafalı bir suliet önünde oyunun FPS sahneleri başlar…

Hitman, oyunu çıktığı ilk günden beri çok tutulan ve en çok oynanan PC ve PS oyunlarından biri olmuştur. Oyunu ilginç ve çekici kılan Agent 47 isimli eğitimli bir katildir. Diğer FPS oyunlarından farklı kılan özelliği, ajanımızın sürekli takım elbise giyiyor olması ve hiçbir zaman alımlı ve karizmatik duruşundan taviz vermeyerek kurbanlarını üstün yeteneğiyle öldürmesidir. Oyunun çıkan üst versiyonları giderek artan bir hayran kitlesine sahip olduğundan olsa gerek, Hitman’i beyaz perdeye taşımaya karar vermişler.

Yönetmenlik koltuğuna Xavier Gens’in oturtulduğu, Agent 47 rolü de Timothy Olyphant’a verildiği filmde ayrıca 22. Bond filmi olan ‘Quantum of Solace’ filminde Bond kızı rolünü kapan Olga Kurylenko ve ‘Prison Break’ dizisinden yabancı gelmeyen bir yüz, Robert Knepper ile aksiyon ve gerilim filmlerinde boy gösteren Dougray Scott da rol alıyor.

Film ajanların yetiştirildiği, sıkı ve taviz vermeyen disiplin kurallarıyla yönetilen bir kampta 47 numaralı ajanızımın nasıl yetiştirildiğini ve kafasına barkod dövmesinin nasıl yapıldığını gösteren sahnelerle başlıyor. Oradan çıkan ajanların beyinleri yıkanmış bir halde, soğuk kanlı birer seri katile dönüştüğünü görüyoruz. Cinsel anlamda istekleri bile olmayan ajanların tek yaptıkları iş, merkezden kurbanın tanımlamalarını alıp acımasız bir şekilde cinayet işlemektir.

Beklenildiği üzere karizmatik kahramanımız yanına bayan bir yoldaş bulur fakat bu bayan kurbanının eşidir. Bununla birlikte işin içinde anlaşılması kolay olmayan komplolar girer. Oyununu oynamayan izleyicilerin konsepti kesinlikle kolay anlayamayacağı ve ‘Bourne’ serisini andıran içeriğiyle film devam eder.

Film oyun tutkunları için sanki amacından sapmış gibidir. Klasik aksiyon filmlerinden farkı kalmamıştır. Oysaki bu filmi merakla bekleyenler sinefiller değil, oyunun hayranlarıdır. Sizlere aynı tarzda yani yine oyun konsolundan beyaz perdeye aktarılmış 2005 yapımı bir filmi hatırlatacağım. ‘Doom’ filmi de yine oyun severlere yönelik çıkarılmıştı ve bir nebze de olsa oyununu oynayanları tatmin etmişti. Çünkü film zaten bir bilim kurguya dayanıyordu ve bu sefer kahraman rolündeki Karl Urban filmde FPS sahnesi yaratılarak sanki oyundan bir parça haline dönüşmüştü. Bu sinefillerin de alışık olmadığı bir durumdu ve her iki tarafı da memnun etmiş oluyordu. Hitman filminde de en azından belli çatışmalarda FPS sahneleri kullanılarak filmi her iki taraf için de daha çekici kılabilirlerdi.

Başrol oyuncumuz Timothy Olyphant rolü için elinden gelenin fazlasını yaptığını inansam da bu rol için biçilmiş kaftan o değildi. Bir oyun severi olarak Timothy Olyphant’da Hitman ruhunu yakalayamadım. Daha sert bakışlı ve tavırları daha da ciddi olmalıydı ve fiziki olarak da Agent 47 için yanlış oyuncu seçimi olarak düşünüyorum. Ayrıca filmin müziğini neden oyundaki müzikle aynı yapmamışlar anlamadım. Girişte de söylediğim gibi oyunun müziği kesinlikle daha etkileyiciydi.

Gel gelelim filmdeki Türkiye mevzusuna. Nedendir bilinmez ki belki Rusya ile yakın dostluğumuz(!) yüzündendir, ajanımız bir cinayetini işlemek için İstanbul’a geliyor. Ve yine nedendir bilinmez Türkiye sahnesi açılır açılmaz cami figürü içinde sürekli ezan sesleri(!) Sanki Türkiye’de 24 vakit ezan okunuyor havası vermiş. Ayrıca sanki İstanbul’da mekan kalmamış, gitmişler Kapalı Çarşı’da sahne çekmişler. Kalabalık ve İstanbul’un en rahatsız edici mekanların birinde Türkiye’yi bu şekilde tanıtmaları ve Türkiye’yi gelişmemiş bir Ortadoğu ülkesine benzetmeleri ne yazık ki çok üzücü... Fakat sadece film için şu yanı güzeldi, Galata Kulesi’nin kırmızı koridorlarında sürekli dile getirdiğim FPS sahnesine yakın çekimler yapılmış ve beni o sahneler gerçekten etkiledi.

Hitman bitti yani şimdi? Kesinlikle hayır. Oyunlarını takip edenler de bilirler, Agent 47 tek serüvenle uslanmaz. Bu filmin devam filmi gelmeyecek, devam filmleri gelecek! Önümüzdeki devam filminde Agent 47’nin geçmişinde daha derinlere inilerek ve bazı şeyleri daha kolay anlaşılmasını sağlayacak bir macera seçeceklerine inanıyorum. Umarım bundan sonra ellerindeki sınırsız malzemeyi daha iyi değerlendirirler ve hem sinefiller hem de oyun severler için memnun edici filmlerle karşımıza çıkarlar…

7 Şubat 2008

Tiz Zamanda ‘Osmanlı Cumhuriyeti’

Daha önce “Yarım Elma”, “Hayat Bilgisi” gibi başarıyı yakalamış dizilerde ve ayrıca ” Arabesk” ve “Kahpe Bizans” filmlerinden tanıdığımız senarist yönetmen Gani Müjde, bu aralar Osmanlı İmparatorluğu’nun günümüze kadar devam etmesi durumunda yaşanması muhtemel olayları konu alan ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ filmi için uğraşıyor.

Filmin çekimlerine Nisan ayında başlanacağını belirten Müjde, Eğer Osmanlı bu zamana kadar gelseydi ne olurdu? sorusuna yanıt arayan filmi, kurgusal bir traji komedi olarak tanımladı. Müjde, “Film aynı zamanda içinde dram da barındırıyor. Sonuçta Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi gerçekten ülkenin emperyalizmle boğuştuğu bir dönem” dedi.

Çekimlerin Kültür ve Turizm Bakanlığının izin verdiği Malta ve Çadır köşkleri ile Çırağan Sarayında gerçekleştirileceğini anlatan Müjde, şöyle konuştu:

“Biz Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında da çekim yapmak istiyoruz. Bu saraylar TBMMye bağlı olduğu için gerekli izin için başvurduk ama hala izin alamadık. TBMM Başkanı Köksal Toptanın son Osmanlı padişahlarının yaşadığı Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarını kullanmamız için izin vermesini bekliyoruz. İnşallah oradan sonuç alacağız. Türkiye Cumhuriyetinin aydınlık bir yüzü olan Toptan, bu filme gerekli desteği verecektir diye düşünüyorum.”

Filminin senaristi ve yönetmeni Gani Müjde, son Osmanlı padişahlarının yaşadığı Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında çekim yapabilmek için TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın izin vermesini beklerken, filmin ilk sahnelerini çekti bile. Ata Demirer’in padişah 7. Mehmet’i canlandırdığı filmin ilk görüntülerinde, Osmanlı saraylarıdan birinde görünen padişah, cep telefonu ve kendi deyimiyle elektrikli basamakları kullanırken dikkat çekiyor. Ayrıca fragmanda “O olmasaydı, Kurtuluş Savaşı yapılmasaydı” sözüyle durumun traji komik boyutu ortaya çıkıyor…

Filmin Aralık ayında vizyona girmesi bekleniyor.

5 Şubat 2008

Bollywood Aşk ve Müzik Günleri

İstanbul Modern Sinema’da 8-28 Şubat günleri arasında “Aşk ve Müzik” başlığı altında Bollywood filmleri gösterime girecek.

İstanbul Hindistan Başkonsolosluğu’nun katkılarıyla gerçekleştirilen Hint Film Programı’nda Raj Kapoor’un yönettiği ve oynadığı ünlü Awara filminin yanı sıra çoğunluğu yeni yapım olan 11 film, 8-28 Şubat tarihleri arasında İstanbul Modern Sinema’da gösterime sunulacak. Programda dört farklı bölüm yer alıyor: Bollywood Klasikleri, Bollywood’dan Yeniler, Shahrukh Khan: En Ünlü Aktör ve Bollywood’dan Ödüllü filmler.

İstanbul Modern Sinema, 14 Şubat Sevgililer Günü'nü Awara ve Pardes adlı iki Hint filmiyle kutlayacak. 16:00'daki Pardes filminin ardından ve 20:00'deki Aware filminin gösterim öncesinde izleyicilere ücretsiz şarap ikramı olacak.

Gösterim programı ise şöyle:

Tarih Saat Film

08 Şubat Cuma 19:30 Lagaan

09 Şubat Cumartesi 14:00 Paheli

18:00 Parineeta

10 Şubat Pazar 14:00 Ganga Jamuna

18:00 Page 3

12 Şubat Salı 19:30 Khakee

13 Şubat Çarşamba 19:30 Baghban

14 Şubat Perşembe 16:00 Pardes

20:00 Aware

15 Şubat Cuma 19:30 Jagte Raho

16 Şubat Cumartesi 14:00 Page 3

18:00 Black

17 Şubat Pazar 14:00 Ganga Jamuna

19 Şubat Salı 19:30 Khakee

20 Şubat Çarşamba 19:30 Baghban

21 Şubat Perşembe 17:00 Aware

20:30 Pardes

22 Şubat Cuma 19:30 Paheli

23 Şubat Cumartesi 14:00 Chalte Chalte

18:00 Lagaan

24 Şubat Pazar 14:00 Parineeta

26 Şubat Salı 19:30 Jaghte Raho

27 Şubat Çarşamba 19:30 Chalte Chalte

28 Şubat Perşembe 17:00 Black

20:30 Aware

4 Şubat 2008

“Semum” Özel Röportajı

Sinemalar.com kullanıcıları arasında fikir ayrılığı doğuran, hatta zaman zaman şiddetli tartışmalara neden olan “Semum” filmi hakkında bugüne kadar herkes söyleyeceğini söyledi. Şimdi sıra O'nda... Filmin senaristi, yapımcısı, yönetmeni; kısaca herşeyi “Hasan Karacadağ”, henüz vizyona girmediği halde hakkında en çok konuşulan filmlerden biri olan “Semum”u tüm detaylarıyla ilk kez Sinemalar.com’a anlattı... Filme bu kadar önyargılı yaklaşılmasından dolayı gerçekten yıprandığını ifade eden Karacadağ’ın esas amacı “Türk-İslam korku filmi” denen bir türü tüm dünyaya kabul ettirmek. Uzun zamandır filmle ilgili yapılan olumlu-olumsuz tüm yorumları unutun, “Semum”u bir de Hasan Karacadağ’dan dinleyin... Üç harflilerden korkanların okuması sakıncalıdır!

Sinemalar.com: Öncelikle Semum nedir ve siz böyle birşeyin varlığına inanıyor musunuz?

Hasan Karacadağ: Semum Kuran’da geçen bir kelime. İnsanın tüm gözeneklerine aynı anda girebilen zehirleyici bir madde anlamına geliyor. Kuran’a göre insanlar ‘salsal’ denilen kuru bir çamurdan yaratılmış, şeytan ve kavmi ise ‘semum’ denilen bu zehirli maddeden yaratılmıştır.İslam dinine göre; Cinler, ifritler, iblisler ve şeytanlar bu maddeyi kullanarak insanlara zarar verebilir, onların bedenini ve beynini ele geçirebilir, ruhsal rahatsızlıklar oluşturabilir ve psikolojik işkencelerle onlara dehşetengiz anlar yaşatabilirler. Bu varlıkların lideri şeytandır ve şeytan onlar aracılığıyla birtakım sebeplerden ötürü masum insanları avlayarak onlara hayal bile edemeyeceğimiz korkunçlukta görüntüler gösterir ve adım adım bünyelerini alt-üst eder. Şeytan’ın bu işlerde en çok kullandığı varlık, cinlerin de en tehlikeli türü olan SEMUM dediğimiz varlıktır.İnsanlardan önce şeytan ve kavmi yaratıldığı için bu dünyayı kendi mekanları olarak görürler ve nefret edip kin besledikleri insana her an saldırmak için pusuda beklerler. Kuran’da aynı zamanda Tur suresi 27. ayette geçen SEMUM kelimesi cehennem alevi anlamında kullanılır ve SEMUM’un azabının çok dehşet olduğundan bahsedilir. Buradan Semum kelimesinin İslamdaki korkunçluğu daha rahat anlaşılabilir. Zira cehennem bile semum’u ihtiva etmektedir. Ben temel olarak İslam kültüründeki KURAN kaynaklı kelimelere, kendime has korku sinemasının tekniklerini kullanarak bir yorum getirmeye çalışırım.Korku sinemamızın olabildiğince batı kültüründen arındırılmasından yanayım. Bu varlıklara inanıp inanmama meselesine gelince, sadece şunu söyleyebilirim ki, sonsuz büyüklükteki bu kaotik uzayda, nokta hükmünde olan bir dünyada yaşayan aciz bir varlık olan biz insanların uzayda yalnız olduğuna asla ama asla inanmıyorum.

S: Bir önceki filminiz "Dabbe"yi izlemiş, izlerken etkilenmiş, hatta sonrasında uyuyamamış biri olarak Semum’u merakla bekliyorum. Filmin korku unsurları neler?

H.K.: Teşekkür ederim. "Semum" filminde genel olarak yenilikçi bir korku tarzı denemeye çalıştım. Geceleri odanızda yalnız iken kapının yavaşça açıldığını ve bizim filmde göstermiş olduğumuz varlığın size doğru yavaşça harekete geçtiğini düşünün. İşte bu olayı gerçekte yaşayanların maruz kaldığı durum budur, akli dengeleri son derece yerinde olan bu insanlar, birden tarif edemeyecekleri kadar korkunç bir varlığı etraflarında görmeye başlıyorlar. Önceleri sadece karanlığın içinden ve uyku ile uyanıklık arasındaki bir ruh halinde gördükleri bu varlığa kendileri de inanmak istemiyor ama sonra bu varlık karabasan dedikleri bir şekilde müthiş çınlamalar ve korkunç bir acı verecek şekilde kişinin üzerine çöküyor ve adeta onu nefessiz bırakarak tüm bedenini kıpırdatamayacak hale getiriyor. Ben tüm bunları gerçekten yaşadığını iddia edenlerin anlattığına sadık kalarak anlattım ki, izleyenlere daha bir belgesel korku etkisi geçsin. SEMUM nasıl ki filmdeki Canan Karaca karakterini adım adım ele geçiriyorsa aynı şekilde filmi izleyenleri de adım adım ele geçirsin istedim. Buna göre bir kurgu mantığı uyguladım. Kısacası filmdeki korkunun yaşananların gerçekliğine sadık kalınması durumunda daha kalıcı olacağını düşündüm. Bir de Canan Karaca’nın filmdeki çaresizliğini de öne çıkardım. Zira bunu yaşadığını iddia eden insanlar hemen deli damgası yedikleri için dertlerini kimseye anlatamıyorlar. Çünkü bu varlıklar asla birkaç kişiye aynı anda görünmüyorlar. En önemli bir mesele de filmdeki varlığı anlatılanlara göre çizdirip tasarlatmamız, bu da önemli bir nokta…’Korku,şüphe,paranoya’…Semum’da her saniye var olan kavramlar…

S.: Hikayenin ürperticiliğinin yanı sıra, kullanılan efektler de dikkat çekici. Görsel efektler için kimlerle çalıştınız?

H.K.: Efektlerimizi olabildiğince Türk-islam kültüründeki bu varlıklara tekabül eden kelimeleri baz alarak oluşturduk: kızgın ateşin dumansız alevi, siyah duman, çınlama, azap, sinsi, kindar, kibirli, pusu, cehennem, karabasan vs.. BDR digital firmasındaki genç, dinamik ve başarılı bir ekiple çalıştık ve sonuç gerçekten çok iyi oldu. Özellikle filmin finaline doğru birtakım yenilikçi denemeler yaptık, efektler konusunda izleyicilerin memnun olacağı kanaatindeyim.

S.: Filminizde tanıdık yüzler kullanmanın, inandırıcılığına ve dolayısıyla korku temasına zarar vereceğini hiç düşünmediniz mi?

H.K.: Bu hikayenin mantığına göre değişir. Mesela Dabbe kavram olarak çok daha değişik bir içeriğe sahipti, eğer o filmde çok tanınan simalar kullansaydım sonuç kötü olabilirdi ama bu filmde aynı mantık geçerli değil. Şöyle örnek vereyim; mesela “6.His” filminde Bruce Willis var ya da “The others” filminde Nicole Kidman var, “Shining” filminde Jack Nicholson, ama bu üç film de korkutuculuk konusunda çok iyiydi. Demek istediğim bazen hikayenin sistematiği gereği bilinen yüzler kullanmakta fayda oluyor. İzleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Misal Ayça İnci gerçekten müthiş bir performans gösteriyor, çoğu kişi onun gerçekten bu varlıkların saldırısına maruz kaldığını falan sanabilir, zaten önemli olan da filmin içerisindeki süre boyunca, oyuncunun sizi inandırabilmesi, bunu başaran oyuncu tanınmış bile olsa filme artı puan kazandırır. Semum’daki tüm oyuncular çok beğenilecek.

S.: Neden korku filmi çekmeyi tercih ediyorsunuz? Korku sinemasına özel bir ilginiz mi var?

H.K.: Ölüm ötesi hayat ve bizden başka varlıklar çocukluğumdan beri ilgimi çekiyor, ayrıca korku sineması bana sinema dediğimiz hayali dünyanın en tutkulusu ve en heyecanlısı gibi geliyor. Kendi hayallerimi ve kendi korkularımı izleyiciyle paylaşmak ve dünya üzerinde Türk-İslam korku filmi denen bir türü kabul ettirmek gibi kendimce bir gayem de mevcut. Ama sinemanın her türünü de seviyorum.

S.: Türk insanını korkutmanın en iyi yolu; cin, peri, şeytan gibi figürler kullanmak mı?

H.K.: Sadece Türk insanı değil, doğru bir sinema diliyle tüm dünyadaki korku severleri etki altına alabilecek bir meseledir cin kavramı. İnsan dünyanın her tarafında insandır ve ruh dediğimiz bilinmez hep aynı şeylerden korkar; bilinmeyenden korkarız ama varlığını hissettiğimiz ‘bilinmeyen’ bizi daha da ürpertir. İslam kültürü bu konuda kainatın en zengin kültürüdür, bunu kullanmalı ve sinemamızı dünya ölçeklerine taşımalıyız. Korku hikayeleri üstadı H.P Lovecraft bile islam mistizminden olabildiğince etkilenmiştir.

S.: Türk korku sinemasında son yıllarda, konu itibariyle birbirine benzeyen birçok film çekildi. Semum’u bu filmlerden ayıran özellikler neler?

H.K.: Semum; karanlık diyarlarda pusuya yatmış, kendine av arayan adı anılmaz mahşervari varlıkların insana ne tür azaplar uygulayabileceğini gösteren ve daha önce benzerini görmediğiniz bir film. İyi veya kötü izleyince karar verirsiniz ama hikayenin çizgisini ve mantığını daha önce görmediğinizi garanti edebilirim.

S.: Semum” ile “The Exorcist” arasında benzerlikler olduğu şeklindeki eleştirilere cevabınız nedir?

H.K.: Semum’un, “The Exorcist” ile karşılaştırmasını ben istediğim için sadece bir sahnede özellikle o filme gönderme yaptım. Hristiyan dünyasının Şeytan diye bize anlattığı olayın bizdeki karşılığı çok daha farklı. Exorcism kelime olarak zaten bir varlığın, musallat olduğu insan bedeninden çıkarılması anlamına geliyor. Bizim kültürümüzde, dinimizde exorcism vakası yok mu yani, böyle saçma şey olur mu? Benim hikayemin, The exorcist’in hikayesiyle hiçbir şekilde ilişkisi yoktur, sadece ele aldığımız kavramlar benzeşiyor. Batı dünyası ‘şeytan’ hakkında bir film çekti diye, biz Doğulular bir daha asla ‘Şeytan’ hakkında film yapamayacak mıyız? Bir yabancı çıksa ‘İstanbul’un fethi’ diye bir film yapsa, benim “İstanbul’un Fethi aslında öyle değildi, böyleydi” deme hakkım yok mu? Yapılan her şeye kopya diyen ve bunu bilerek yapan insanlardan ricam izlemeden karar vermesinler zira tekrar ediyorum, benim gayem ne olursa olsun bize özgü korku filmleri yapmak, eğer taklit edeceksem en önce kendimi kandırmış olurum. İzleyin Semum filmini, The exorcist filminden çok daha taze ve yenilikçi bir film bulacaksınız.

S.: “Türk korku sineması” diye spesifik bir türden bahsetmek mümkün mü sizce? Söz konusu bu türün geleceğini nasıl görüyorsunuz bir yönetmen olarak?

H.K.: Üç beş sene sonra dünya sinemasında ‘Türk-İslam korku türü’ diye bir tür olacak ve bu türün çok fazla meraklısı seveni olacak, merak etmeyin. En azından ben bu konuda elimden geleni yapacağım ve inandığım bir şeyden kolay kolay dönmem.

S.: Dabbe için yapılan olumsuz eleştiriler var. Hatta Semum filmine, henüz gösterime girmediği halde, önyargı ile yaklaşan bir kesimden söz edebiliriz de…Siz bu eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz? Anlaşılmadığınızı düşündüğünüz oluyor mu?

H.K.: "Dabbe" önemli bir adımdı, bin basamaklı bir merdivene tırmanmanın değişik yolları var; ya uçarak çıkarsınız ya da ilk adımı atarak sabırla o merdivene çıkmayı tercih edersiniz. Ben uçmayı tercih etmiyorum, küçük ama emin adımlarla merdivene çıkmak benim için daha doğru. Önyargılı insanlar o kadar fazla ki, benim gibi dirayetli ve kendinden emin birini bile yormayı başardılar. Bu insanları hayretler içersinde izliyorum ve bana yapılan saldırıların nedenini asla ama asla anlayamıyorum. Filmlerimi kimseye zorla izletmek gibi bir amacım yok, tüm iyi niyetimle yapılan eleştirileri anlamaya ve yapıtlarımda bunları değerlendirmeye gayret ediyorum. Hatta öyle ki, birgün websitemde online olup, tüm soru,eleştiri ve önerileri canlı olarak duymayı ve cevaplamayı bile düşünüyorum. İyi niyetli olan her yaklaşıma açığım, ben kendimi hiçbir zaman korku üstadı olarak görmüyorum, kendi korkularımı insanlarla sinema dili vasıtasıyla paylaşmak gibi bir gayem var. Türk korku sinemasını dünyaya taşımak istiyorum ve bunun için izleyicilerden de destek bekliyorum, haince yapılan bir saldırı emin olun ki bana zarar veriyor ve bunu bilerek yapanların amaçlarını hiçbir zaman anlamadım ve de anlayamayacağım.

S.: Filmin çekim sürecinde, oyuncularınızın psikolojisi nasıldı? “Şeytan ile karşı karşıya gelmek” düşüncesi bile psikolojilerini bozmuş olmalı

H.K.: Genel olarak herkesi psikolojik olarak motive etmeye çalıştım ve bazı anlarda gerçekten herkes çok eğlendi. Zaten korku filminin amaçlarından biri de eğlendirmektir, adrenalin dersem ne demek istediğimi anlarsınız. Ben çekim esnasında özellikle korku sahnelerinde insanların rahat olmasından yanayım. Çünkü uğradığımız sular pek tekin değil, gerginlik bazen ateşe körükle gitmek gibi bir durumu doğurabilir, korku filmi çekimlerinde. Sonuç olarak gayet başarılı ve motive bir çalışma oldu bizimkisi.

S.: Adettendir diye soruyorum, sette kazalar, uğursuzluklar yaşandı mı?

H.K.: Hayır, Allah’a şükür kazasız belasız atlattık.

S.: Hasan Karacadağ hep korku filmleri mi çekecek? Bir aşk filmini yönetmek sıkıcı mı gelir size? Şaka bir yana, hayalinizdeki proje nedir?

H.K.: Türk İslam korku türünü dünyada belli bir noktaya adım adım getirme gibi bir gayem var. Ama nasip olursa, önümüzdeki sezon çok farklı bir projeyle karşınızda olacağım.

S.: Anlattıklarınızdan sonra “Semum”u izlemem gerektiğini hissettim. Filminizi herşeyiyle sahiplenmeniz çok hoş...

H.K.: Sağolun. Tüm Sinemalar.com ekibine bu düzeyli röportajdan dolayı çok özel teşekkür ve sevgilerimi iletiyorum. Başarılar…