Javier Bardem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Javier Bardem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mayıs 2012

Biutiful: Hayat Her Zaman Güzel Midir?


Amores Perros (Paramparça Aşklar ve Köpekler) filmiyle gönlümde taht kuran yönetmen Alejandro González Inárritu, son filminin adı “Biutiful”. Javier  Bardem’in başrolde olduğu filmde bu sefer yönetmenimiz farklı bir yolla sinemasını gösteriyor bizlere.

Yasadışı işlerle para kazanan Uxbal (Javier Bardem) adında ki bir babanın yaşadığı zorluklar ve dramı göz önüne getiriliyor. Göçmen işçilere iş bularak, iş adamlarıyla yasa dışı anlaşmalar yaparak ve polise rüşvet vererek işlerini kontrol ediyordur. Bu sırada yalnız başına ailesini geçindiriyordur. Bir de inişli çıkışlı ilişkileri olan karısı Marambra (Maricel Alvarez) onun için ayrı bir problem oluyor.

Javier Bardem rolünü çok güzel oynamış. Çocuklarını seven ve onları her daim koruyup kollayan bir baba görüntüsünü çizmiş. Ortada hem aile dramının yanında yönetmen bize madalyonun arka yüzündeki insanları göstermiş. Bunlar hayata yenilmemeye çalışan her türlü zorluklara, yaşam standartlarına karşı hayata tutanabilen insanlardır. Uxbalda aynı konvoyda onlarla birlikte ilerleyip hayata tutunmaya çalışıyor. O bu insanların üzerinden para kazansa da onlarla ilgileniyor ve onlarla yakın bir ilişki kuruyor. Bu Uxbal’in duyarlılığını ve iyi kalpliliğini gösteriyor.

Filmde aile dramının yanında evrensel bir sorun olan fakir ülkelerden “buranın taşı toprağı altın” diyerek iş olanakları daha yüksek olan ülkelere gelen göçmenlerin sorunlarını bizlere gösteriyor.

Yönetmenimiz bu sefer farklı yoldan bize derdini anlatmış. Önceki filmlerinde farklı hayatları kesiştirerek; Babel (Babil), Amores Perros (Paramparça Aşklar ve Köpekler) gibi filmlerinde bize çok güzel ve duygu yüklü bir sinema deneyimi yaşatmıştı. Bu sefer böyle bir rastlantı söz konusu yok. Uxbal’ın gözünden başka hayatlar  gösterilmiş bize. Film açıkcası biraz önce bahsettiğim Amores Perros gibi bir başyapıt olmasa da yine de izlenmesi gereken güzel bir film.

Uxbal’in  kanser hastalığından dolayı yaşadığı psikoloji, ailesiyle yaşadığı üzücü olaylar filmin dramatik yapısını oluşturuyor. Yine diğer filmlerine göre yine aynı derecede psikolojik ve hüzünlü bir hikayesi var.

Yazar: Murat Boncuk

3 Şubat 2011

The Dark Tower: Başrolde Javier Bardem

2013 yazında gösterime girmesi planlanan Stephen King uyarlaması “The Dark Tower” filminde, başroldeki Roland karakteri için Javier Bardem’e başrol teklifi götürüldü. Yönetmen Ron Howard, filmin belalı kahramanı Roland Deschain karakterini Bardem’in canlandırmasının uygun olacağını belirtti. Bu haberi Imagine Entertainment de doğruluyor. Ayrıca “No Country for Old Men” ile Oscar kazanmış Bardem, bu korku- fantastik- kovboy öğeleri taşıyan ve üçleme/dizi şeklinde gösterime girmesi planlanan film ile son günlerde kariyerinin zirvesine adım adım ilerliyor. “The Dark Tower” serisi yedi kitaptan oluşuyor ve beklendiği üzere bir seri film bizi bekliyor. Bardem’i 2011 yılında Oscar adaylığına taşıyan Biutiful filminin yanı sıra, Bardem aynı hafta içerisinde baba oldu ve şimdi de bir güzel haber daha…  

29 Mayıs 2010

63. Cannes Film Festivali

Altın Palmiye
Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (Apichatpong Weerasethakul)


Grand Prix
Des Hommes Et Des Dieux (Xavier Beauvois)


En İyi Yönetmen
Mathieu Amalric (Tournée)


En İyi Senaryo
Lee Chang-dong (Poetry)


En İyi Kadın Oyuncu
Juliette Binoche (Copie Conforme)


En İyi Erkek Oyuncu
Javier Bardem (Biutiful) ve Elio Germano (La Nostra Vita)


Jüri Özel Ödülü
A Screaming Man (Mahamat-Saleh Haroun)

30 Mart 2008

İhtiyarlara Yer Yok, Oscar’a Yer Çok!

‘En iyi film’, ‘en iyi yönetmen’, ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ ve ‘en iyi uyarlama senaryo’ dallarında Oscar kazanan “İhtiyarlara Yer Yok / No Country For Old Men”, Cormac McCarthy’nin 2003 yılında yayınlanan ve büyük başarı kazanan aynı adlı kitabından beyazperdeye uyarlandı.


Cormac McCarthy’nin yarattığı karmaşık karakterler ve sembolik temalar, eserde öylesine geniş kapsamlıydı ki, kitap sayfalarının gücünü çarpıcı görüntülere ve ilginç diyaloglara dönüştürecek yönetmenin de en az McCarthy kadar zengin bir hayal gücüne ve dehaya sahip olması gerekiyordu.

CormacMcCarthy’nin kaleme aldığı karakterlerin gizemli zekasını ve ruh hallerini beyazperdeye aktarmak için Amerikan sinemasının iki gözde yönetmeni Joel ve Ethan Coen kardeşlerden daha iyisi hayal edilemezdi.

Yönetmenliğe kara mizah klasiği “Blood Simple” ile başlayan, ardından “Raising Arizona”, “Miller’s Crossing”, “Barton Fink”, Oscar ödüllü “Fargo”, “The Man Who Wasn’t There” ve “O Brother Where Art Thou?” gibi en yaratıcı sinema ürünlerini hayata geçiren Joel ve Ethan Coen, “No Country For Old Men”de kendilerine özgü karmaşık, detaylara önem veren ve kimi zaman mizah yüklü bakış açılarını esere yansıtıyorlar. Sonuç ise, karşı konulması mümkün olmayan, hipnotize edici ve aksiyon yüklü bir sinema filmi başyapıtı oluyor.

Hikayenin odak noktasında ters giden bir uyuşturucu ticaretinden geriye kalan milyonlarca doları tesadüfen bulan Llewelyn Moss ile onun peşine düşen birbirinden farklı kişilikte iki adam bulunuyor. Bunlardan birisi psikopat ruhlu katil Chigurh, diğeri ise kasabanın son derece iyi ahlaklı ve temiz yürekli şerifi Bell. Yönetmen koltuğunu paylaşan Coen kardeşler, bu üç karakter arasındaki etkileşimin boyutlarını vurgulamayı oldukça iyi başarıyor.

Şeytana uyma, baştan çıkma, hayatta kalma, gözden çıkarma ve feda etme gibi kavramları öne çıkaran filmin hikayesine bir tutam sevgi ve umut ışığı gibi pozitif öğeler de eklenmiş. Ancak öykü kesinlikle bir “kara mizah” ve oldukça şiddet yüklü ve kanlı sahneler içeriyor. Bu nedenle “No Country For Old Men”in Coen kardeşlerin bugüne kadar yaptığı en şiddet dolu film olduğunu söyleyebiliriz.

Filmin en dikkat çekici özelliklerinden biri de, uyuşturucu dünyasının acımasız ruhunu temsil eden psikopat katil Chigurh rolünde izlediğimiz İspanyol asıllı aktör Javier Bardem’in alkış toplayan performansı. Başarılı performansı ile “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar’ına layık görülen Bardem, filme nitelik kazandıran diğer bir unsur.

Hikayenin odak noktasında, uluslararası uyuştucu ticaretinin yol açtığı kanunsuzluk ortamında, doğru ile yanlış arasında kararsız kalan karakterlerin yer aldığı “No Country For Old Men”, sadece insani dram boyutuyla değil, mizahi boyutuyla da ele alınabilecek bir çalışma.


Sinemalar com
07 Mart 2008

16 Mart 2008

80. Oscar Ödülleri

En iyi film: No Country for Old Men
En iyi yönetmenr: The Coen Brothers - No Country for Old Men
En iyi erkek oyuncu: Daniel Day-Lewis - There Will Be Blood

En iyi kadın oyuncu: Marion Cotillard - La Vie En Rose
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Javier Bardem - No Country for Old Men
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Tilda Swinton - Michael Clayton
En iyi özgün senaryo: Diablo Cody - Juno
En iyi uyarlama senaryo: Joel and Ethan Coen - No Country for Old Men
En iyi yabancı film: The Counterfeiters - Avusturya
En iyi animasyon: Ratatouille
En iyi kısa metrajlı animasyon film : Peter and the Wolf
En iyi kısa metrajlı belgesel film: Freeheld
En iyi uzun metrajlı belgesel film: Taxi to the Dark Side
En iyi sanat yönetmeni: Sweeney Todd
En iyi görüntü yönetmeni: Robert Elswit (There Will Be Blood)
En iyi kostüm: Alexandra Byrne (Elizabeth: The Golden Age)
En iyi makyaj: Didier Lavergne ve Jan Archibald (La Vie en Rose)
En iyi şarkı: “Falling Slowly” - Once, Glen Hansard ve Marketa Irglova
En iyi görsel efekt: The Golden Compass
En iyi özgün müzik : Dario Marianelli (Atonement)
En iyi kurgu: The Bourne Ultimatum
En iyi kısa metrajlı film : Live Action Short: Le Mozart Des Pickpockets
En iyi ses kurgusu : The Bourne Ultimatum
En iyi ses miksajı: The Bourne Ultimatum

20 Şubat 2008

Oscar’a Doğru…

24 Şubat gecesindeki 2008 Oscar Töreni yaklaştıkça heyecan ve merak da artıyor… 80. Akademi Ödülleri için adayları değerlendirmeye başlamadan önce, Oscar’da şimdiye kadar neler olup bitmiş bazı veriler ve istatistiklerle göz atalım…

Öncelikle son 5 yılın Oscar alan filmlerine bakalım:

2003 – En iyi film dahil olmak üzere 6 dalda Oscar’a, ayrıca 3 Altın Küre ve bir de BAFTA ödülüne layık görülen “Chicago

2004 – Deyim yerindeyse fantastik dünyada yeni bir kapı açan Peter Jackson’un Yüzüklerin Efendisi serisinin son filmi “Kralın Dönüşü” en iyi film dahil olmak üzere 11 dalda Oscar alarak, Ben-Hur ve Titanic ile birlikte rekora ortak oldu.

2005 – Garsonluktan boksörlüğe uzanan hikayesiyle Hilary Swank’ın canlandırdığı Maggie, ve tabi ki Clint Eastwood’un başarısı “Million Dollar Baby

2006 – Los Angeles’ta birbirini tanımayan insanların otuz altı saatte birbiriyle nasıl tanıştıklarını konu alan “Crash” aynı zamanda en iyi orijinal senaryo Oscar’ının da sahibi olmuştu.

2007 – ve 1929’dan bu yana süre gelen Oscar Törenleri’nde son Oscar Ödülü’nü alan film “The Departed (Köstebek)” 79. Oscar Akademi Ödülleri Töreni’nden tam 4 ödülle ayrılmıştı…

Bilgilerimizi tazeleyecek verilerle devam edelim: Son 5 yılın;

En İyi Yönetmen Oscarları:

2003 – Roman Polanski (The Pianist)

2004- Peter Jackson (Kralın Dönüşü)

2005- Clint Eastwood (Million Dollar Baby)

2006- Ang Lee (Capote)

2007 – Martin Scorsese (Köstebek)

En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu Oscarları:

2003 – Nicole Kidman (The Hours), Adrien Brody (The Pianist)

2004 – Charlize Theron (Monster), Sean Penn (Mystic River)

2005 – Hilary Swank (Million Dolar Baby), Jamie Foxx (Ray)

2006 – Reese Witherspoon (Walk The Line), Philip Seymour Hoffman (Capote)

2007 – Helen Mirren (The Quenn), Forest Whitaker (The Last King of Scotland)

Şimdi de Oscar tarihindeki istatistiklere göz atalım;

14 Dalda Aday Gösterilmiş Filmler:

- All About Eve (1950), 6 dalda ödül kazanmış.

- Titanic (1997), 11 dalda ödül kazanmış.

13 Dalda Aday Gösterilmiş Filmler:

- Gone with the Wind (1939), 8 dalda ödül

- From Here to Eternity (1953), 8 dalda ödül

- Mary Poppins (1964), 5 dalda ödül

- Who’s Afraid of Virginia Woolf? (1966), 5 dalda ödül

- Forrest Gump (1994), 6 dalda ödül

- Shakespeare in Love (1998), 7 dalda ödül

- The Fallowship of the Ring (2001), 4 dalda ödül

- Chicago (2002), 6 dalda ödül

11 Dalda Ödül Almış Filmler:

- Ben-Hur (1959), 12 dalda aday

- Titanic (1997), 14 dalda aday

- The Return of the King (2003), 11 dalda aday

10 Dalda Ödül Almış Filmler:

- West Side Story (1961), 11 dalda aday

9 Dalda Ödül Almış Filmler:

- Gigi (1958), 9 dalda aday

- The Last Emperor (1987), 9 dalda aday

- The English Patient (1996), 12 dalda aday

En Fazla Aday Gösterilen Oyuncular:

- Merly Streep, 13 dalda aday - 2 ödül

- Katharine Hepburn, 12 dalda aday - 4 ödül

- Jack Nicholson, 12 dalda aday – 3 ödül

- Bette Davis, 10 dalda aday – 2 ödül

- Laurence Oliver, 10 dalda aday – 1 ödül


İstatistikleri istemediğimiz kadar uzatmak mümkün, ancak bu kadarı yeterli diye düşünüyorum. Oscar’ın yakın tarihine baktığımızda, ne yazık ki görmek isteyip de göremediğimiz ya da görmemek isteyip de gördüğümüz pek çok film mevcut… Bu konu ayrıca bir tartışma mevzusu olacağı için ayrıntıya girmiyorum.


Gel gelelim 80. Akademi Ödülleri’ne… Bildiğiniz üzere Ocak ayının son haftasında Los Angeles’taki törenle toplam 24 dalda verilecek ödüller için adaylar, Film Sanat ve Bilimler Akademisi’nin 5800 üyesinin oylarıyla belirlendi.

Californialı bir petrolcüyü konu alan “There Will Be Blood” ve unutulmaz Coen Kardeşler’in filmi “No Country For Old Men” sekizer dalda Oscar’a aday olurken, Altın Küre ve BAFTA ödüllerinde iyi bir performans gösteren “Atonement” ile “Michael Clayton” ise yedişer dalda aday gösterildiler. Ayrıca en iyi yönetmen dalında ise aynı beşliden tek bir fark vardı, Atonement yerine Julian Schnabel’in etkileyici Fransızca dram ve biyografi filmi “The Diving Bell and the Butterfly” aldı.

Şimdi Oscar adaylarını değerlendirirken, basın ve anketlere dayalı gözlemlerimi ve ayrıca kendi düşüncelerimi yazacağım…

İçlerinden birkaç film hariç, Oscar’a aday olma hakları bile tartışılacak beş adet film… Aday olmalarını burada tartışmak yerine, adayları değerlendirelim. Son Altın Küre ve BAFTA ödüllerinde başarılı bir çıkış yakalayan “Atonement”, sadece Altın Küre ile yetinmek istemiyor. Zaten Oscarlık filmlere genel olarak baktığımızda drama öğelerini yeterince fazla barındıran filmler olduğu görülür. Yani Akademi’nin gözüne girmek için yüksek bütçeli filmlere gerek yoktur, bu filmler her ne kadar sinefiller tarafından yüksek notlar alsa bile, Akademi üyelerinin ilgisini çekmeyebilir. O açıdan Kefaret Akademi üyelerini etkilemiş görülüyor. Zaten adaylar arasında biz kamuoyundan da geçer not alan filmler arasında Kefaret. Geçer not alan bir diğer film ise “There Will Be Blood” hiç şüphesiz. Şimdiden IMDb listelerinin üst sıralarını karıştıran bir film. Yeni nesil Citizen Kane olarak görülen film, IMDb Top 250 listesinde Citizen Kane’i bile geride bırakarak 21. sıraya yerleşti ve bu son yıllarda görülen en önemli hareketlerden biriydi. Coen Kardeşler Fargo’dan bu yana içeriği değil ama kendilerini geliştirmişe benziyorlar. Aynı şekilde yine bir çanta paranın ardından koşacağımız “No Country for Old Men” Top 250’de 34. sırayı yerleşse bile taraflar ve benim kanaâtime göre de Oscar heykelciğine sahip olacak gibi görünmüyor… 7 dalda Oscar’a aday olan “Michael Clayton” en iyi film haricindeki diğer 6 dal için dua etmeye başlasa iyi olur. En zayıf halka olarak gördüğüm “Juno” ise bu dalda Oscar’a aday gösterilerek ödülünü aldı bile…

Şüphesiz En İyi Yönetmen Oscarı, en merakla beklenen ödül çünkü Akademi’nin kamuoyunu -eskilerde de olduğu gibi- şaşırtacağını düşünüyorum. Pek çok kesim “Paul Tomas Anderson” ile “Coen Kardeşler” arasında kararsızlığını sürdürse de Oscar, Kelebek ve Dalgıç performansıyla “Julian Scnabel”e gidecek gibi görünüyor. Benim düşüncem Coen Kardeşler’i destekliyor…

Beş tane birbirinden yetenekli En İyi Erkek Oyuncu Oscar Adayları… Hiç şüphesiz her biri ayrı ayrı Oscar’ı hak ediyor. Hollywood tarihinin belki de en başarılı oyuncularından biri “Tommy Lee Jones” ve ayrıca Eastern Promises’ta iyi bir performans gösteren “Viggo Mortensen” ne yazık ki bu yıl Oscar’a uzak görülüyorlar. Kamuoyundaki duruşuyla Akademi’nin antipatisini kazanan “George Clooney” ise bu sebepten dolayı ödüle uzak. Geriye kalan iki isimden “Johnny Depp” her ne kadar sevilen ve sempatik bir oyuncu olsa da bu yıl ödülü “Daniel Day-Lewis”e kaptıracak gibi gözüküyor.

En İyi Kadın Oyuncu kategorisine baktığımızda, yine çekişmeli bir durum söz konusu. Ancak “Ellen Page” için Oscar erken görülürken, “Laura Linney” içinse şansın düşük olduğu açık. Oscarlı oyuncu “Julie Christie” alzheimer hastası bir kadın rolüyle performansı göz doldururken, Edith Piaf biyografisi ile “Marion Cotillard” Oscar’ı alarak bizleri şaşırtabilir. Oscar’ın en büyük favorilerinden “Cate Blanchett” aynı yıl iki dalda Oscar’a aday olarak başarısını ortaya koydu zaten.

En İyi Özgün Senaryo için, genç bir kızın beklenmedik hamileliği ve bebeği için yaptığı planları konu alan “Juno” Oscar’a en yakın aday. Fakat en iyi film dalında da aday diğer film olan “Michael Clayton” ve senenin bağımsız filmlerinden “Lars and the Real Girl”ü de es geçmemek gerekiyor.

Her ne kadar En İyi Yardımcı Erkek Adayları arasında “Casey Affleck” bulunsa da, ödül hiç şüphesiz “Javier Bardem”e gidecek…

Belki de en belirsiz kategori En İyi Kadın Oyuncu Ödülü… Akademi belki de iki dalda aday olan “Cate Blanchett”e en azından bu ödüle layık görebilir ya da Gone Baby Gone performansıyla “Amy Ryan” Oscar’a en yakın isim.

Takva’yı da adaylar arasında görmek istediğimiz, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını Yahudi-Nazi konusunu işleyen “The Counterfeiters” kazanacak gibi. Ancak bir Kazak filmi olan “Mongol” bu ödülü alsa fena olmazdı…

Adaylar açıklandığında tepkisiz kalamadığım bir kategori En İyi Animasyon Oscar’ı… Amerika’nın Springfield kasabalarından birinde geçen ancak tüm Amerika’yı ve Dünya’yı ilgilendiren konularıyla belki de Dünya’nın en ünlü ailesi haline gelmiş bir dizinin filmi ‘The Simpsons Movie’. Ne yazık ki Akademi Simpsonlar’ı sadece eğlence faktörü olarak görmüş olmalı ki Oscar’a layık görmedi. Fakat Matt Groening’e yapılan bir haksızlık olarak görüyorum bunu… İlginç ve gerekli içeriği ile “Perspepolis” Oscar’ı hak ediyor; ancak Akademi Pixar’a oyunu verecektir ve “Ratatoluille” ipi göğüsleyecektir.

Diğer kategorilerdeki dikkat çeken filmlere de göz atalım… En İyi Orijinal Film Müziği Ödülü “Once”a gidebilir. En İyi Kostüm kategorisinde “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu” olmaması, ödülü “Sweeney Todd”un alması anlamına geliyor. Aynı şekilde, En İyi Makyaj’da da “Sweeney Todd”un bulunmaması, ödülü “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu”na kazandıracaktır. Bu yıl çok beğendiğim bir film olan “3:10 to Yuma” umarım en azından aday olduğu En İyi Müzik Ödülü’nü kazanır. En İyi Görsel Efekt’te de iki film kapışıyor. Milyon dolarlık bütçesiyle “Altın Pusula” Oscar’ı “Karayip Korsanları: Dünya’nın Sonu”na kaptırmayacaktır. Bu sefer Amerika’daki sağlık sorununu ele alan Michael Moore “Sicko”su ile En İyi Belgesel Oscarı’na yakın…

Geçmişten günümüze ve önümüzdeki Oscar’dan notlar bu kadar. Umarım Oscar heykelciklerine hak eden filmler ve isimler sahip olur. Oscar Ödülleri’nin en önemli amacının, Oscar’a sahip olmak isteyen yönetmen ve oyuncuların her geçen sene daha çok çaba göstererek daha kaliteli yapımlarla Dünya sinema sektörünü geliştirmeleri olarak görüyorum…