24 Kasım 2007

"Maradona Tanrı'nın Eli" Filminin Galası Yapıldı


Dünyaca ünlü Arjantinli futbolcu Maradona'nın, başarılı bir futbolcuyken uyuşturucu yüzünden değişen hayatını konu alan "Maradona Tanrı'nın Eli" filminin galası yapıldı.
Beyoğlu'ndaki Alkazar Sinemasında gerçekleştirilen galaya, sinema oyuncuları İzzet Günay, Yusuf Sezgin, Meray Ülgen ve Nursel Köse ile futbol yorumcusu Faik Çetiner, filmi Türkiye'ye getiren Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin ve Aroma Yönetim Kurulu Başkanı Metin Duruk'un da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.
Metin Duruk, bir idol, bir efsanenin hızla yükselip aynı hızla düşüşünü anlatan bu filmin Türkiye'de vizyona girmesine, Türk gençlerine mesaj amacıyla ve sosyal sorumluluk gereği destek verdiklerini söyledi.
Galaya, 1993 yılında Maradona ile çektirdiğini söylediği hatıra fotoğrafıyla gelen Öncel Kalkan isimli bir vatandaş da katıldı.
Kalkan, "1980'den beri Maradona'nın hayranıyım. Bu fotoğrafı, Maradona Sevilla'da oynarken, 1993 yılında Galatasaray'la yapacağı maç için İstanbul'a geldiğinde çektirdim. Bir daha Maradona gibi bir yıldız gelmez" diye konuştu.
Bu arada, İtalyan Marco Risi'nin yönettiği, baş rollerinde Marco Leonardi ve Julieta Diaz'ın oynadığı "Maradona Tanrı'nın Eli" filmi, Türkiye'de 30 Kasım'da vizyona girecek.

İSTANBUL -AA-

18 Kasım 2007

4. DİŞLİ

Testere 4 filmini izleyen çoğu insanın düşüncesi artık yeter saçmalamaya başladı oldu, bu ne kadar doğru veya yanlış tartışılır, fakat filmin bu noktalara gelmesinde veya getirilmesinde ne gibi faktörler rol oynadı biraz üzerinde duralım.

Testere serisinin oluşumundan önce bir kısa film olduğunu bilmeyen yoktur. Amanda’ nın oyunu olan midedeki anahtar ilk filmdeki fotoğrafçının başından geçmektedir ve sorgu sırasında anlattıkları kısa filmi oluşturmaktadır.

Kısa filmin yönetmeni James Van Testere’yi uzun metraj yapar ve Leigh Whannell’ la birlikte senaryoyu yazar. Filmin içindeki oyunlar gerilim filmi izleyicisine çok zekice ve cazip gelir. Bu filmde, film boyunca yerde yatan ve son 10 saniye ayakta kendine gelmeye çalışan Tobin Bell (Jigsaw) dikkatleri üzerine henüz toplamamıştır. Fakat Leigh Whannell’ ın bu altın yumurtlayan tavuğu keşfetmesi uzun sürmez.

İkinci filmdeki yönetmen değişikliği pek hissedilmez ancak oyunlar ve karakterler bir evin içinde toplandığından olsa gerek ilk film kadar etki yaratmaz, etki yaratan ve filmi fiyasko olmaktan kurtaran isim Tobin Bell’ in ta kendisidir. Ancak senaristin Tobin Bell ile bir sorunu varmış gibi bu altın yumurtlayan tavuğu kesmek için testeresini çoktan bilemiştir. Kanserli olarak beyan etmesi bir yana ikinci filmde ölümüne dövdürtmüştür. Ve filmin son saniyelerinde Amanda’nın sesinden Jigsaw öldü yeni testereniz budur demiştir. Hatta ikinci filmin son karesi Jigsaw’ın cansız bedeninin aracın içindeki görüntüsüdür.

Serinin 3. filmine herkes haklı olarak yeni testerenin Amanda olacağını zannederek gitmiş fakat Tobin Bell’in Amanda’ya bile oyun hazırladığını görmüştür. Oyunlar ve oyunculuklar ikinci filmden güzel olduğundan bu saçmalığın üzerinde fazla durulmamıştır. Fakat senarist filmin başında çok dikkatli izleyicilerin açıkça anlaması için Costas Mandylor’un mimiklerine ve vücut diline yeni testereniz budur ifadesini yerleştirmiştir. Artık işler senaristin kontrolünden çıkmıştır ve geride kalan 3 filme ısrarla eklediği Jigsaw’ın ölmesi vasiyeti sonunda gerçekleşmiştir. Zaten ilk önce kanserli olduğu beyan edilen sonra ölümüne dayak yiyen ve birden canlanıp üzerine birde açık beyin ameliyatı geçiren bir adam son darbeyi boğazının kesilmesi ile aldığından seyirciye bu artık normal gelmiştir. Ancak bu sırada senaristin tüm önlemelerine rağmen çoktan Saw=Jigsaw olmuştur bile.

Dördüncü film çekilirken Testere serisinin bir çılgınlığa dönüştüğü gerçeği ve senaristin tersi yönünde tüm çabalara başvurmasına rağmen filmle özleş deşen Jigsaw karakterinin yokluğu fikri, eleştirmenlerin çoktan kılıçlarını bileylemeye başlamasına neden olmuştur. Bir riskte gişede uğranacak olası bir hüsran olarak tehdit ediyordur senaristi.

Bu noktada senaristin iki seçeneği vardı; ya bildiği yoldan gidecek ve Jigsaw’ı gömecek ya da saçmalayacaktı…

Maalesef saçmalamayı seçti, bunun ilk belirtisi anılarla Jigsaw oldu ve film saçma sapan flashback lerle doldu. Ayrıca araba kazası yapıp vücudundan demir çıkarttıktan sonra tehlikeli oyunlara başladığını beyan ettiği adamın, karısının bir kaza sonrası düşük yapmasından sonra başladığını öne sürerek içine düştüğü bataklıkta iyice batmaya başladı. Kısacası Jigsaw’ın fendi senaristi yendi fakat filmde intihar etmiş oldu.

Ayrıca 3. filmden miras kalan küçük kız koca bir film o küçük odada bekledi, 5 te döneceğiz ona sanırım. Bir konuda 4. filmin giriş sahnesi ve son sahnesiyle ilgili, Jigsaw’ın otopsisi sırasında midesinden çıkan teybin Costas Mandylor ‘a verilmesi ile filmin start alması ile son sahnesinde Jigsaw’ın hala ölü olarak yattığı mekanın kapısının yine Costas Mandylor’un bizzat kapatması ile sonlandırıldı… Buna isterseniz kurgu oyunu deyin isterseniz senaryo inceliği bana göre saçmalayan bir senaristin batışıdır bu… Büyük olaslıkla zaten geriye doğru işlemeye başlayan filmin devamını yine geride arayacağı için 5. veya 6. filmin son sahnesi olacaktır 4. filmin giriş sahnesi…

Burada yazmaya bile değer görmediğim bir çok konunun da sizin hafızalarınızda soru işareti olarak yer aldığını az çok tahmin edebiliyorum.

Testere denen aletin ileri geri hareketlendiği zaman işlevini yerine getirdiğini biliyorduk fakat bu olayın, adını aldığı saw serisinde de başına gelebileceğini düşünememiştik.

İyi Seyirler…

Murat SÜNTER

11 Kasım 2007

Kişiliklerinin Ağırlığında İki Adam ve Binilecek Bir Tren…


Frankie Lane’in “3:10 to Yuma” adlı parçası ile akar tüm jenerik, kamera yerden yükselirken posta arabasını görürüz. Yazılar akmaktadır. Sonra sığır sürüsü ile yolu kapanınca mecburen duran arabadan Ben Wade ve çetesine kayar kamera. Wade hemen sadede girer, paraları alırken rehin alınan kendi adamı ile rehin alan adamı seri bir şekilde vurur. Öldürdüğü adama da sahip çıkar, adını ve yaşadığı yeri sorar… Yaşadığı yere götürün der ve ekler; “Bir adam yaşadığı yerde gömülmeli” Kendi adamı içinse kural basittir. Vurmasak bizi tehklikeye atacaktı. Hemen ardından sığırlarının peşinden iki oğlu ile gelen Dan Evans’ı görürüz. Yıl 1957’dir, filmimiz soygun sahnesi ile açılmıştır.

Yıl 2007…Gerilimli bir müzikle jenerik akar, Dan Evans’ın evindeyizdir. İki oğlundan büyük olanı yaktığı kibritin ışığında macera kitaplarına bakar, hemen ardından Alice’i görürüz. Sese uyanmıştır. Kalkıp bakar, Dan elinde silah pürdikkat beklemektedir. Sese doğru dışarı fırlar, Alice’in dediği gibi rüzgar değildir, Hollander’ın adamları borcunu ödemesi için ahırını yakmıştır. Koşarken düştüğü anda sol ayağının dizden aşağısının olmadığını görürüz. Büyük oğlu William yangından birşeyler kurtarmak isterken geçen diyaloglarla ailenin çaresizliğine şahit oluruz ve William’ın asi delikanlı olduğuna. Günün sabahında sorunlar devam etmektedir. Kamera Ben Wade’ın bakışındadır bu kez. Bir kuşun resmini yapmaktadır. Prens Charlie yaklaşmakta olan arabayı haber verir. Wade yaptığı resmi kuşun olduğu dala asar. Bu kez soyguna daha ayrıntılı şekilde şahit oluruz. Arka planda iki karakterin karşılaşmasının gerilimi de mevcuttur bu kez. Soygun pek kolay olmaz. Altınların yerini de banknotlar almıştır. Wade rehin sahnesinde bu kez daha hızlı silah çeker, diğer adamı hiç umursamaz, kendi adamına ise can çekişirken “Bizi tehlikeye atmanın cezası işte budur” der.

50 yıl ara ile çekilen 2 filmin temel farklılıkları daha başlangıcından bellidir… 57 yapımında kötü hakkında da iyi hakkında da pek net birşeyler bilmeyiz. 2007 yapımında ise daha başlangıcından ikisi hakkında da bilgilendirilmişizdir.

Ben Wade’in kasabanın barında yakalanmasına kadar belirgin bir fark olmasa da, belki de Russel Crowe farkı ile sessiz, fazla özellikleri olmayan Wade gitmiş, resim yapan, incil okumuş hırslı bir adam gelmiştir. Wade yakalanışından itibaren saldırganlığını korur, hatta bazen arttırır.

O ünlü yanıltma sahnesinden sonra 2 film arasındaki bağ tamamen değişir. Wade’i 3:10’a kalkacak Yuma trenine sağsalim bindirmek üzere gönüllü olan Evans’ın sebepleri aynı olsa da içinde bulunduğu durum daha iyi işlenmiştir bu kez. Oğullarının gurur duyduğu babadır.

İlk filmde hiçbir ağırlığı olmayan oğul William bu kez babasının peşinden giderek olayların tamda içindedir. Belayı savuşturmak için mücadele eden baba-oğul figürü filmde yerini almıştır. Asi evlat William babası gibi inatçı ve savaşçıdır.

İlk filmde sapasağlam gördüğümüz Dan, bu kez savaş gazisidir. Sıkı nişancılığının sebebi gün ışığına çıkmıştır böylece.

57 tarihli filmde; aldatmaca sonrası Dan, Butterfield ve kasabanın sarhoşu Alex, Wade’e eşlik ederek yola çıkmaları ile Contention City’e varmaları bir olur. Filmin ana gerilimi ve özelliği de burdadır. Otelde “balayı” suitinde treni beklerken yaşanan gerilim filmin ana çatısıdır. Wade’i filmin başında vurduğu iki adam dışında elinde silahla bile görmeyiz. Ner kadar kötü bir olduğuna film boyunca sadece dolaylı anlatımlarla şahit oluruz. Otel Odasında bek-lerlerken kendisini bırakması için para teklifini, ortaklık teklifine kadar yükseltir Wade. İncille ilgisi yoktur, resim çizmez ama kurtulacağından emindir. Otel odasından istasyona gidiş öncesi, Alice kocasının peşinden gelir. Dönemin sürekli vurgulanan ailenin önemi vurgulanmıştır yine. Dan karısına umut verir.

Otelden istasyona kadar olan yol çok zor ve silahlar altında geçilir ama Wade son anda taraf değiştirir ve ikili trene biner. Tren ilerlerken sürekli vurgu yapılan kuraklık sona ermiş, yağmur başlamıştır. Yol kenarında bekleyen Alice, kocasını sağsalim görür. Herşey yoluna girmiştir. The End yazısının vakti gelmiştir.

Gelelim 2007 versiyonuna, aldatmaca sonrası yola çıkan kadro bu kez değişmiştir. Kasaba sarhoşu yerine pısırık veteriner Potter, ödül avcısı Byron ve Hollander yerini almıştır. İlk filmin aksine hemen kasabaya varmazlar. Bunun için tehlike ve yapılması gereken bir kamp vardır. Yapılacak olan demiryolları da fona eklenmiştir. Kamp sırasında Wade ve Evans’ı daha yakından tanırız. Wade saf kötü olmaya devam ederken Evans ekibin en güvenilir kişisi ve kahramanıdır. Tüm maceradan sonra varılan kasabada otel odasında bekleme süreci daha sancılıdır. Daha çok silah patlar. Ama en önemli fark, hem Wade’in, hem de Evans’ın onca gerilimin arasında birbirlerine anlattıkları sırlardır.

Evans’ın görevi sadece Wade’i trene bindirmektir. Bu seçim filmin finalini de büyük ölçüde değiştirir.

Tüm bunları ışığında iki filmi karşılaştırırsak, Imdb kullanıcılarından 7.7 gibi yüksek bir oy ortalamasını alan bir filmi 50 yıl sonra yeniden çevirmek gibi zorlu bir yükün altına giren yönetmen James Mangold, bu yükün altından başarıyla kalkmış.

Yönetmenlik kariyerine çok iyi bir “ilk” film olan, çağdaş güzel ve çirkin öyküsü “Heavy” ile başlayan Mangold, ödüllerle karşılanmıştı. Yıldızlarla dolu kadrosu ile dikkat çeken ama beklentileri karşılayamayan “Copland”in ardından “Girl Interrupted” ile merkeze aldığı iki karakterini derinlemesine işlemiş, sorunlu kız “Lisa” rolüyle Angelina Jolie’nin oscar adlığı çıkışı gerçekleşmişti. Yine çağdaş aşk masalı “Kate & Leopold” sonrası “Identity” ile çok parçalı bulmacayı, ustalıkla kotardığı atmosferinde yardımı ile uygulamıştı. Ünlü müzisyen Johnny Cash’in yaşamını anlatan “Walk the Line”da da merkeze aldığı iki karakterini derinlemesine işleyip, oyuncularından yüksek performanslar almıştı. İki oyuncunun da oscar adayı olması ve Reese Witherspoon’un oscar alması pek şaşırtıcı olmadı.

James Mangold 3:10 to Yuma’da da merkeze aldığı iki karakterini derinlemesine işliyor. Film boyunca Wade olmakta, Evans olmakta zorlaşıyor. Crowe ve Bale’in mükemmel performansları ile kimliklerinin verdiği yükü taşımakta zorlanan iki adam haline geliyor.

Bir klasiği yeniden çevirmek söz konusu olduğunda, ana hikayeye eklemeler ve karakterleri derinleştirme tercihini kullanan Mangold; bir klasiği, daha da yükseğe asıyor…


Serkan Murat KIRIKCI

5 Kasım 2007

13. Avrupa Filmleri Festivali


Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Sinema Derneği, Kars Belediyesi, Statoil ve Akman Holding’in katkılarıyla düzenlenen “13. Avrupa Filmleri Festivali-Gezici Festival” Kızılay Büyülüfener Sineması’nda düzenlenen açılış töreniyle başladı.

Gezici Festival, 2-25 Kasım tarihlerinde, Ankara, Kars, Samsun ve Saraybosna’da olacak;
-Ankara: 2-8 Kasım
-Kars: 9-15 Kasım
-Samsun: 17-20 Kasım
-Saraybosna: 21-25 Kasım

Festival gösterimleri için 5051 km. yol kat edecek. Festival boyunca 26 ülkeden 300 film arasından seçtikleri 26 uzun metrajlı, 60’a yakın da kısa metrajlı film gösterilek. 13'üncü yılının sonunda, toplam 40702 km yol giderek dünyanın çevresinde bir tur atmış olacak.

Gezici Festival için ayrıntılı bilgi:
http://www.festivalonwheels.org/TR/