Sezon aksiyon filmlerine doymuşken tam zamanında Türkiye’de beyazperdeye çıkagelen film After.Life… Yönetmenin ilk uzun metraj film denemesi. Agnieszka Wojtowicz-Vosloo daha önce bir çok festivalden ödülle dönen Pâté isimli bir kısa film çekmiş. Bu açıdan bakarsak Vosloo kariyerine bir adım önde başlamış gibi görünüyor. Kendi yazdığı senaryo ve yönetmenlik koltuğuna kendisinin oturduğu filmde Hollywood’un yetenekli ve meşhur yüzlerini kadrosuna katmış…
Başroldeki isim Christina Ricci. Ricci psikoljik-gerilim yönü ağır basan bu filmde trafik kazası geçirdikten sonra gözünü cenaze evinde, kendi cenaze törenini beklerken açıyor. Ölümle yaşam arasında kavram kargaşası içinde bulur kendini. Erkek arkadaşı Paul’u ise son günlerin popüler ismi olmaya başlayan Justin Long canlandırıyor. Long daha önce Sam Raimi’nin Drag Me to Hell filminde de benzer bir rol almıştı. Her iki filmde de sevgiliyi canlandıran Long, sevgililerinin başına gelen doğaüstü ya da gizemli olayları çözümlemeye çalışarak inanmak ya da inanmamak konusunda kendi iç çelişkilerini yaşıyor. Tüm bu gizemli olayların geçtiği cenaze evinin sahibini ise en son Clash of Titans ve The A-Team gibi filmlerden hatırladığımız Liam Neeson canlandırıyor.
Film ölüm ile yaşamı ele alıyor bu konuda karakterlerin çözümlemeleri izleyiciye kurgulanarak aktarılıyor. Filmde hiçbir konu açık ve net olarak seyirciye direkt aktarılmıyor. Seyirciye düşünmesi için açık kapı bırakan sahneler filmin sonunda yapılan katharsisten sonra da devam ediyor. Vosloo hiç nokta kullanmıyor, virgüllere başvuruyor sürekli. Virgülden ilerisini de seyirciye bırakmak istiyor…
Filmdeki gizem öğesi öylesine kuvvetli işleniyor ki filmin türünü değiştirecek şekilde… Gizem-psikolojik-gerilim filmi olmaktan çıkıp seri katil ruhu katılıyor. Oyuncuların psikolojik çözümlemeleri, ölümle yaşam arasındaki ince fakat uzun çizgiyi yakalamaya çalışmaları, hayata olan fikirlerin değişmesi ve bunu seyirciyle cesurca ancak üstü kapalı bir üslupla paylaşması filmi çekici kılan etkenler…