27 Ağustos 2010

Centurion: Bu Hikâyenin Ne Başı Ne de Sonu

Centurion’u diğer basit savaş filmlerinden ayıran en önemli etken kamera önü ve arkasının tecrübesi… Yönetmenlik koltuğunda “Doomsday”, “Cehenneme Bir Adım” ve “Köpek Askerler” gibi kendinden oldukça söz ettiren korku-gerilim örneklerinin yönetmeni Neil Marshall oturuyor. Ancak “Centurion” bir korku filmi değil. Bu Marshall için oldukça yeni ve iyi bir başlangıç sayılabilecek bir deneyim. Oyunculara gelirsek, başrolde “The Hunger” filminden tanıdığımız isim Michael Fassbender bulunuyor. Fassbender daha önce “300 Spartalı” filminde rol aldığı için savaş filmi setine yabancı olmaması gerekir. Bayan savaşçımız ise son yıllarda adından oldukça söz ettirmeye başlayan Olga Kurylenko. Kurylenko daha önceki filmlerinde “Hitman”, “James Bond(Quantum of Solace)” ve “Max Payne”in azılı düşmanların bulunduğu ortamlara girebilmesi için dam olmuştu. Artık kendi Pict ırkı barını kurmuş bu filmde…

Belki biraz politik bir görüşle başlayacağım. Tarihte hep Romalılar güçlü ve otoriter görünür. Filmlerde ne olursa olsun Roma kralı ön planda ve haklıdır. Nereyi istila etse haklıdır. Bu anlamda sinema sanat çerçevesinden çıkıp biraz politik bir hal alıyor. Yapımcılar doğal olarak hristiyanlığın yayılma yeri olan, kendi kültürlerinin(Batı) temel taşlarının bulunduğu Roma Uygarlığını ilah olarak gösteriyorlar. Centurion’da da Roma şaha kalkıp kuzey topraklarını istilaya başlamışlar. O toprakların Pict ırkından yerli halkı da ne yapsın, topraklarına gelen bu yabancıları kovmak istiyorlar. Filmde sanki Roma’nın yaptığı normal bir şeymiş gibi topraklarını korumaya çalışan yerli halkı adeta terörist gibi göstermişler. Kendilerinin ‘savaşçı ve öldürmeyi, yok etmeyi’ isteyen tavırlarını örtbas edercesine… Lakin burada kimlik sorgulamasından çok “ee sen de yap madem bir film de Türkleri ve batılıların aşağıladığı toplumları güçlü göster”e geliyor. Sakın yanlış anlaşılmasın burada ‘tarih’i çarpıtmıyoruz, çarpıtılmış Hollywood senaryolarını eleştiriyoruz. Çünkü tarihte bir çok kez batılı uygarlıklar mağlubiyet yaşamıştır yani ‘tarihi’ olguda yanılmışlık olmasın.

Yukarıdaki paragrafı hiç düşünmeden gelelim filme… Film kaliteli bir başlangıç yapmıyor yani yazının başında bahsettiğim diğer basit savaş filmlerinden bir farkı yok gibi(kamera, kurgu, senaryonun karmaşıklığı, oyuncu seçimi, set eksikliği fark ediliyor) başlıyor. Karakterlerin tam oturması için yani başrol oyuncularını ayırt edebilmek için filmin oldukça ilerlemesi gerekiyor. Film ilerledikçe bir ordu filmi olmaktan çıkıp “300 Spartalı” ve “Apocalypto” karışımı bir havaya bürünüyor. İşin içine giren iyi kurgulanmış bazı stratejik entrikalar filme ilgiyi arttırıyor. Öykü rayına oturuyor ve filmin aslında bir ordu birliğinden sağ kalmayı başarmış bir kaç tane farklı yetenekte ve özellikte cesur askerin komutanlarını kurtarma ve eve dönüş çabasına odaklandığını anlıyoruz.

Filme çekicilik veren bir diğer öğe ise bu tarz filmlerde pek alışık olmadığımız kadın savaşçı hem de en dişlisinden. Etain rolündeki Olga Kurylenko başarılı bir iz sürücü ve intikama susamış bir kadın savaşçıyı güzel bir şekilde canlandırıyor. Ayrıca filmin çekimleri çok güzel, doğal, egzotik ortamlarda gerçekleşmiş ve bol bol doğa manzarası kadraja giriyor. Bu arada film ünlü ABD dizisi “Spartacus”ten fırlamış gibi çok şiddetli ve aşırı kan sahneleri var…

Son Savaşçı için bu kadar kritik yeterli. Söylediğim gibi film gittikçe açılıyor. Filmde sürekli geçen can alıcı repliği biraz değiştirirsem bu filmi şu şekilde özetleyebilirim: “Ne çok iyi ne de çok kötü bir film”.  

0 yorum: