Mustafa Kemal Atatürk, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için yaptığı ve halen yapılan İnkilâplar’ı tek başına yeterli görmemiş, kültür düzeyinde de batılılaşmak ve çağdaş bir Cumhuriyet olabilmek için sinemanın önemini vurgulamıştır. Ata bir sözünde;
“ Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nisbetinde kalacaktır. ”
diyerek sinemanın önemini ortaya koymuştur. Üstelik bu sözünü radyonun emekleme devrinde olduğu, sinemada ise yeni yeni çalışmalar yapıldığı bir dönemde ifade etmiştir.
Fuat Uzkınay ve TBMM Ordu Film teşkilatının operatörleri batı cephesinde verilen mücadeleyi, İzmir’in Yunanlılardan kurtarılışını ve Türk ordusunun İstanbul’a girişini belgelemişti. Atatürk henüz savaş halindeyken bile sinemanın taşıdığı önemi görmüş ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da bu konudaki duyarlılığını ortaya koymuştu. Genç kuşaklara ve gelecek kuşaklara Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in temel değerlerini aktarmak, tarihe bir belge kazandırmak amacıyla, Kurtuluş Savaşı yıllarında Fuat Uzkınay’ın çektiği ‘Zafer Yollarında’ adlı belge film yeniden ele alınmış daha kapsamlı bir hale getirilmeye çalışılmıştı. 1934’de filmi izleyen M. K. Atatürk, filmi yeterli görmemiş ve çalışmalara devam edilmesini istemişti. Film çalışmalarının gidişatını takip eden Atatürk, filmde kendisinin yer aldığı bölümlerde hareketli görüntünün olmamasından dolayı filmin tamamlanamadığını öğrenince tepkisini şöyle dile getirmiştir:
“Ben hayattayım... Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır.”
Ancak M. K. Atatürk’ün bozulan sağlığı ‘İstiklal’ adı verilen filmi görmesine engel olmuştu. Ayrıca film onun istediği gibi de tamamlanamamıştı; M. K. Atatürk’ün konuya verdiği öneme rağmen hem bu ilginin hükümet düzeyinde gerçekleşmemesi -yani devletin kültür politikasının bir parçası olmaması- hem de sinemayı dünya ölçeğinde kavramış bir sinemacı kuşağının henüz yetişmemiş olması arşivlerde yer alan zengin sinema malzemesinin layığınca kullanılmasına engel olmuştu.
Atatürk’ün sinemaya verdiği önemi Cemil Filmer şöyle aktarıyor: “İşte bu ‘Çanakkale Harbi’ filmi Atatürk’ün ilgisini çekmişti. (...) Atatürk yanında Maliye Bakanı Fuat Ağralı ile filmi görmeye geliyor. Bu arada sinema ücretlerinden falan bahis oluyor. Atatürk sinemanın çok yarayışlı bir icat olduğunu, halkın bundan gerektiği gibi faydalanmasını, sinemacılığın inkişafını istiyor, bu münasebetle alınan vergilerin düşürülmesini emrediyor. Ankara’ya döndükten sonra gerçekten de alınan vergiler %10’a indirilmiş oluyor.”
Herşeye rağmen Atatürk aktörlük denemesini yapmıştır. 1932 yılında çevrilen ve İstiklâl Savaşı yıllarını anlatan ‘Bir Millet Uyanıyor’ filminde kısa da olsa rol almıştır.
Ayrıca Mustafa Kemal bir senaryo yazmıştır ve adını da ‘Ben bir İnkilap Çocuğuyum’ koymuştur. Filmi Münir Hayri Egeli çekecektir, Atatürk de oynayacaktır. Ancak sene 1937’dir ve büyük Önder’in ömrü yetmemiştir ne yazık ki...
Bu arada fırsat bulmuşken Mustafa Kemal’in ne kadar akıllı ve kültür bilgisine sahip olduğunu gösteren bir hikayeyi paylaşmak istiyorum; Atatürk, Galip Arcan’ın yazdığı ‘Sırat Köprüsü’ adlı piyese davetlidir. Atatürk piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar ve bir müddet sonra oyun bitince; “Bana Galip Arcan’ı çağırın!” der. Galip Arcan gelince; “Bu piyesi siz mi yazdınız? “der. “Evet paşam ben yazdım”. Ve Atatürk; “Hayır, bu Flor Doranj adlı boldvilin’in aynen çevirisi, neden bunu belirtmediniz? Hakkınızda soruşturma açtırıyorum.” diyecektir.
57 yıldır çekilemeyen Atatürk filmi...
Atatürk filmi çekme çabaları 1951 yılında Türkiye’ye gelen ve devlet töreni ile karşılanan Hollywood aktörü Douglas Fairbanks’ın Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesi ile başlar. O tarihten bu yana defalarca çekilmek istenen fakat bazı nedenlerden dolayı çekilemeyen ‘Atatürk filmi’ projeleri gündeme geldi. Aslında bu nedenler oldukça açıktı; öncellikle mali nedenlerden dolayı politikacı ve yöneticilerimiz -başka zaman dile getirilmeyen- milli bütçe sorununu ortaya koyar. İkinci neden ise filmde ‘hangi Atatürk’ü anlatacağız?’ sorusuna Türk halkından çok, filmin yapımını üstlenmek isteyen yabancı yapımcılar kendilerine göre cevaplar araması ve yine dönemin yöneticileri tarafından beğenilmemesi. Bir diğer soru ise ‘Atatürk’ü kim oynayacak?’ meselesi olmuştur.
İlk nedenin açıklaması biraz politik olduğu için girmeyeceğim fakat ‘hangi Atatürk’ü anlatacağız?’ sorusu kafaları karıştırmıştır. Oysaki Türk halkının sadece bir tane Atatürk’ü vardır, Milletin gözünde Mustafa Kemal Atatürk gerek askeri kimliği ile, gerek siyasi duruşu ile, gerekse sosyal hayatı ve ilişkileri ile tek bir önderi ifade ediyor ve Atatürk’ü askeri, siyasi ve sosyal kimliği ile bir bütün olarak görmüyor muyuz? ‘Atatürk’ü kim oynayacak?’ sorusu için ise şimdiye kadar pek çok alternatif sunulmuş ve bunlardan bazıları; Dauglas Fairbanks, Yul Brynner, Charlton Heston, Kirk Douglas, Marlon Brando, Robert De Niro, Kurt Russell, Antonio Banderas, Daniel Craig, Jude Law, Kevin Costner
Ayrıca projeler bazı kesimler tarafından engellenmek istenmiş, bu yüzden girişilen çabalar hep sonuçsuz kalmıştır. Projeyi engellemek isteyenlerin bahaneleri hazırdır: "Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz."
Filmi çekmek için girişimde bulunup da çekemeyen bazı kişiler de bunun nedenini halka kitap yazarak duyurmak istemiş ve konuyla ilgili iki tane kitap ortaya çıkmıştır. Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan’ın 24 yıl süren film yapma hayali gerçekten hayal olunca 2005 yılında "Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?" isimli bir kitap yayınlar. Kitabı da filmin yapılamamasından sorumlu tuttuğu iki kişiye ithaf eder: Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve dönemin Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel. Ayrıca 1989 yılında yönetmen Metin Erksan “Atatürk Filmi” kitabında, ‘böyle bir filmi Türkler mi yapmalı, yoksa yabancılar mı?’ sorusuna, "Bu işi ancak Amerikan sineması yapar. Martin Scorsese, Steven Spielberg, George Lucas gibi sinemacılar olabilir." diye cevap vermiştir.
Yönetmen Ömer Kavur’un İngiltere’de yaşayan kuzeni Fuad Kavur, Atatürk filmini çekmek için girişimlerde bulunan son isim. Senaryosunu yazmış, yapımcılarla görüşmeler sürüyor. Onun Atatürk rolü için biçilmiş kaftan dediği kişi de, son James Bond olarak tanıdığımız Daniel Craig. O da olmazsa Jude Law. İkisi de İngiliz, ikisi de sarışın ve mavi gözlü.
Yazımı, makalemin anlam ve önemini en iyi şekilde açıklayacağını düşündüğüm Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüyle bitirmek istiyorum;
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık oldugu önemi vermeliyiz.”
0 yorum:
Yorum Gönder