Belgeselin
“ekşi ama bağımlılık yaratan” tarafını erikle özdeşleştiren Documentarsit
beşinci yaşını filmleri ve etkinlikleri ile kutladı.
Festival
boyunca Akbank Sanat, Fransız Kültür Merkezi, Aynalı Geçit Mekanı, Salt
Beyoğlu, Salt Galata gibi mekanlarda gösterimler gerçekleşti. Etkinlikler bir çok
turistin katılımıyla daha da canlı bir hal aldı.
Festival
süresi boyunca izlediğim belgesellerin hepsinde birbirinden farklı yaşamlar ve
kültürler farklı sinemasal anlatımlarla dile getirildi.
EL OLVIDO: PERU’NUN
YÜZLERİ
El
Olvido, Peru’da yaşamlarını süren garson, sokak cambazı, dilenci, ayakkabı
boyacılarının yaşamlarını ve yaşamları hakkındaki düşüncelerini gözler önüne
seriyor. O insanlar iktidardakilerden umduklarını ve toplumun siyaset
anlayışını bize yansıtmıştır. Sade bir anlatımla farklı bir belgesel; ama biraz
sıkmadı da değil. 2008 yılında çekilen belgeselin yönetmen koltuğunda Heddy
Honigmann var.
KEDİ’NİN GÖRDÜĞÜ: YAŞAMIN
SONUNA DOĞRU
2011
Hollanda yapımı olan Kim Brand’ın yönettiği bu belgesel ise bir kedinin
gözününden hayatın sonlarına doğru yaklaşan insanların yaşamlarına tanık
oluyoruz. Film genelde hastane dışında ve çevresinde geçiyor. Yaşamın sonuna
doğru gelen insanları dinliyoruz bu sefer. Belgeseli izlerken “Yaşlandığımda yaşamım nasıl olucak?” ya da
“Bir gün ben de onlar gibi olabilirim” diye düşünmedim değil. Kısacası bir kedi
ve onun etrafında dönen hayatlar.
25. MERİDYEN İMROZ
ADASI: UNUTULAN YER
Tania
Hatzigeorgiou ve Chryssa Tzelepi’nin yönettiği belgeselde 1960’lı yıllarda yaşanan
Kıbrıs sorunundan sonra Gökçe adasında yaşayan çoğu Rumlar göç eder. Okullar
kapatılır. Rumların göç etmesi için orada özel bir cezaevi kurulur. Cezaevindeki mahkumlar
serbest bırakılarak Rumlara zor zamanlar yaşattırır. Bu olaylar 1960
yılında Londra Antlaşması ile başlar. İmroz adasındaki sistem değişir ve
Rumlar’ın özgürlükleri kısıtlanır. Şu an adada yaşayan kalabalık olmayan yaşlı
bir nüfus var.
Onların
ağzından İmroz’da yaşanan olayları dinledik, acılarına üzüntülerine
hatıralarına tanık olduk. Yıkılmış okullar, eskiye yüz tutmuş yapıları gördük,
İmroz’un yavaş yavaş yok oluşuna tanık olduk. Politik olaylar İmroz yaşamını
çok değiştirmiştir, oradan göç eden Rumlar farklı ülkelerde yeni bir hayat
kurmuşlardır. Sadece kutsal günlerde ya da bayramlarda ailelerin ziyaretine
gelen insanlar var. Bakıldığında bu ülkemiz açısından ciddi bir problem.
Film
bitiminde belgeselin yönetmeni ile kısa bir söyleşi oldu:
Yönetmen
bu yaşanan olayın politika haricinda dil olduğunu belirtti. Orada yaşayan hiç bir
Türk’ün bulunmadığını ve herkesin göç ettiğini belirtti. Son olarak da Kıbrıs
meselesinden sonra bu olayın patlak verdiğini belirtti.
MİKROPOLİS EKALİ: BİR
SİTE İÇİN SOYUT YAŞAM
Yannis
Gaitanidis’in 2011 yılında yönettiği
belgesel Filipinler’de duvarlarla çevrili bir sitede yaşayan insanların
hayatlarını konu alır. Onların hepsi hayatlarından soyutlanmıştır,
köpekleriyle yalnızlıklarını avuturlar
ya da herhangi bir uğraş ile vakitlerini öldürürler. Hayat onlar için farklıdır,
madalyonun arka yüzünü görmeden yaşarlar. Yannis bu belgeseli biraz eleştirel
biraz da objektif bir biçimde bize aktarır.
Belgesel
bitimi filmin yönetmeni Yannis ile kısa bir söyleşi gerçekleşti. Söyleşide
yönetmen belgeseli Yunan kanalı için yaptığını ve on dört bölümlük belgesellin
sadece bir bölümü olduğunu söyledi. Yönetmen
her ne kadar eleştirel yaklaşmak istese onların düşüncelerini de ele
almıştır. Elinden geldiğince objektif yaklaştığını söylemiştir.
AGADEZ, MÜZİK VE
İSYAN: MÜZİK İLE İÇ İÇE BİR BELGESEL
2011
yılında çekilen bu belgeselde Ron Wyman Tuareg halkının müzik ile yaşamını, isyanlarını
“Bambino” adlı şarkıcının Tuareg yaşamını etkilediğini ve barışı öğütlediğini
ve yeni nesilin sevgisini nasıl kazandığı anlatılır. Tuaregler’de kadınların
hakları çok üstündür. Anaerkin bir toplum vardır kimse onlara ne yapayacağını
söyleyemez, iç işlerine karışamaz; ayrıca müzik onların vazgeçilemez unsurudur.
Bir de onları etkileyen “Bambino”
vardır. Tuareg halkı ve Bambino’nun kariyerinin yükselişini müzikal ve görselliğiyle
anlatan güzel bir belgesel.
YER ALTI ORKESTRASI: MÜZİSYEN
GÖÇMENLER
Bu
belgesel izlediğim ikinci Heddy Honigmann filmi. 1997 yılında çektiği bu film
farklı ülkelerden göç eden müzisyenlerin Paris’te hayatla mücadelelerini
anlatır. İzlediğim en favori belgesellerden bir tanesi olan Yeraltı Orkestrası
ilk bakışta bize metroda müzik çalarak hayatlarını kazanan insanları gösterir. Sonrasında
Arjantinli bir piyanist, keman çalan baba oğul, Venezüelalı bir arpçı ve daha
bir çokları… Müzik ile olan tutkularına ve yaşamlarını seyrederiz.
Yazar: Murat Boncuk
0 yorum:
Yorum Gönder