Ayrıca Pascal Laugier, 2011 yılında vizyona girmesi planlanan Clive Barker’ın “Hellraiser”ını senaryolaştırıp yönetecek.
Film tüyleri ürpertmeye açılış sahnesinden başlıyor. Öyle ki, yara bere içindeki bir kız çocuğu korkmuş ve kendini bilmez bir şekilde bir yerden kaçarak uzaklaştığını görüyoruz. Daha sonra yetimhaneye alınan kız yaşadığı olay hakkında kimseye bir şey söylemiyor ve kimseyle arkadaşlık etmiyor. Bu psikolojisi bozuk kıza sadece Anna adında yine yetimhanedeki çocuklardan biri arkadaşlık ediyor. Hatta bu zavallı kızın en iyi arkadaşı oluyor ve yetimhane görevlileri Anna’yı onun annesi gibi görüyorlar. Aradan 15 yıl geçmesine rağmen yine dost olduklarını fakat Lucie’nin hala psikolojisinin bozuk olduğunu görüyoruz.
Aradan geçen 15 yıl Lucie’nin intikam duygularını delilik derecesinde beslemiş ve 15 yıldan beri hayaller gören şizofreni hastasına dönüştürmüştür. Çılgına dönen kız, 15 yıl önce kendisine işkence edenleri bulduğu gerekçesiyle müstakil bir evi basar ve içeride klasik katil-kurban kovalamacası başlar. Bu sahneler eve gelen katilin ani tüfek patlaması ile Amat Escalante’nin “Los Bastardos(Piçler)”, ayrıca tek farkı kurbanlarla oynanması olan Michael Haneke’nin “Funny Games U.S.” filmlerini anımsattı.
Bundan sonra sürekli bu evde geçecek olan sahnelerde yönetmen Pascal Laugier, özellikle şizofreni nedeniyle görülen yaratık hayaliyle ve ani çıkışlarla izleyicide gerilimin dozunu çok iyi ayarlıyor.
Evde yaşanan olaylardan sonra Anna pek çok sırrı ortaya çıkaracak, belki de en baştan beri Lucie’nin söylediği bazı şeyleri inanmaya başlayacak. Filmin Türkçe’ye çevrilmiş ismi olan işkence odasını da keşfetmiş olacak. Film bu noktadan sonra sanki ayrı bir senaryo ile yönetilmiş gibi seyir alıyor.
Ruhani(göreceli) bir örgüt ve başındaki kadının, “İşkence görmek başka bir şeydir, işkence görenler olağan üstü olurlar.” demesiyle örgütün yıllardır işkenceyle neden uğraştıklarını anlar gibi oluyoruz fakat öncelikle Anna’nın işkence gören bir kurbana yardım ederken kendisinin kurban düştüğünü görüyoruz. Bundan sonra filmin sahneleri biraz sıkıcı olmaya başlıyor. Çünkü işkence gören bir kurbanın odada neler yaşadığı defalarca tekrar edilerek gösteriliyor. Aynen bozuk plak gibi sürekli aynı şeyler gösteriliyor; yemek-dayak-yalnızlık...
Final yaklaştıkça bir gerilimden çok daha anlamlı ve dramatik hale gelen film delilikle akıl, yaşamla ölüm arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu izleyenlere kanıtlıyor. Yunanca ismi ‘marturos’ olan martyr ‘tanık’ demekmiş. Diğer yaşamın tanığı...
1 yorum:
Kadir bey mimlemiştim sizi www.sinegargara.com blogumda, hala cevap yazmadınız, hadi elinizi çabuk tutun :)
Yorum Gönder