Belki de ona Türk sinemasının asi çocuğu dememiz hiç de yanlış olmaz. Ele aldığı konuları, kullandığı görsellik ve anlatış biçimiyle farklı bir bakış açısı ortaya koyan Metin Erksan, döneminde yer yer eleştirilen yer yer övülen bir ustadır. Ayrıca Auteur sineması yani sinemanın ‘’ yönetmen sineması ‘’ olduğunu savunan ilk yönetmenlerden biridir.
Tematiğinde cinselliği ve objeleri ön plana çıkararak cesaret örneği göstermiş ve büyük başarılara imza atmıştır. Bu başarısında estetik ve sanat tarihi okuyan ilk yönetmen olmasının da büyük payı olduğu şüphesizdir. 1964 yapımı olan ‘’ Susuz Yaz ‘’ filminde Berlin Film Festivali Altın Ayı büyük ödülünü kazanmış olan Erksan, uluslar arası bir başarı elde etmiştir. Ulusal sinema kavramının önde gelen temsilcilerinden olan Metin Erksan bu filminde müthiş bir dramı seyirciyle paylaşmıştır. Ona bu başarıyı getiren filmde, karakterlerin rolü oldukça önemli bir yer tutuyor.
Sinemamızın belki de en büyük handikaplarından biri, iyilerle kötülerin keskin bir sınırla ayrıldığı, iyilerin hiç kötülük, kötülerin ise hiç iyilik yapmadığı yapay ayrımdır. Hemen hemen tüm kahramanlar tek boyutludur. Bu filmde ise kötü adam, aslında bir yandan da içinde iyilik taşır. Tek farkı sadece kendisi için bu iyiliği istemesidir. Kendinden başka hiç kimse için ne bir şey yapar ne de bir şey ister. Hatta öyle ki, diğerlerinin kendisine hep zarar vereceğini düşünür. Bir yandan da ailesinden olan kişinin önce sonunu hazırlar ve sevdiği kişiden ayırır. Diğer yandan da onun eşine göz diker ve ona olan tutkusunu film boyunca objelerle sık sık gösterir.
Duyguları ifade yöntemi genellikle objeler üzerinden anlatır Metin Erksan. Hatta 1965’te çektiği ‘’ Sevmek Zamanı ‘’ adlı filminde obje konusunu iyice abartmış, fotografik bir sinematografiyle ‘’ sevmek ‘’ duygusunu işlemiştir. En göze çarpan noktalardan bir tanesi, eğitimini aldığı estetik ile birlikte çektiği karelerde ‘’ altın oran ‘’ kuralını belirgin bir biçimde kullanmasıdır. Filmin her planında izleyiciyi içine çektiren ve fotoğraf duygusunu verdiren bu kuralı uygulaması, işlediği konunun dramatikliğini bir kat daha arttırmıştır.
Filmin diğer bir çarpıcı noktası ise neredeyse hiç diyalog olmamasıdır. Çünkü her noktada resimler öyle bir netlikte gösterilir ki, zaten hiçbir söze ihtiyaç yoktur. Duygu oradadır ve tüm çıplaklığıyla sizi esir almıştır. Herkesin yakından bildiği ‘’ Ben sana değil senin resmine aşığım ‘’ cümlesi ise kullanılan diyalogların en az resimler kadar güçlü olduğunun bir kanıtıdır.
1968’de çektiği ‘’ Kuyu ‘’ filminde Metin Erksan ‘’ kadınlara iyi davranmak temasını ‘’ işler. Filmin temelinde bu mesaj olsa da asıl gösterilen, yaban bir adamın bir kadın üzerine uyguladığı şiddettir. Bu da Erksan’ın konuya ne kadar farklı bir yönden baktığının en çarpıcı kanıtıdır.
Adam, bir kadına tutkundur. Sonunda dayanamayıp kadını dağa kaçırır ve kadının tüm direnişlerine rağmen tecavüz eder. Sahneler oldukça çarpıcıdır. Metin Erksan yine cinselliği kullanmıştır ve bunu kendi diliyle oldukça sert bir biçimde göstermiştir. Bu olay sonunda ise kadın, intikamını çok acı bir şekilde alır. Kuyudan su almak için giden adamı üzerine kaya ve taş parçaları atarak öldürür. Ölüm sahnesi bütün ayrıntılarıyla gösterilmiş, detayları vurgulamaktan kaçınılmamıştır. En sonunda ise kadın kendisini asarak intihar eder. Erksan’a bir diğer önemli ödülünü kazandıran bu filmi 1968’de Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘’ en iyi film ‘’ seçilmiştir.
Böylesine güçlü ifadelerin kullanıldığı 1960’lar Metin Erksan için yerinde ama sinema eleştirmenleri için çok erkendir. Onun bu sıra dışı anlatımına ön yargıyla bakanlar, ilerleyen yıllarda onun değerini anlamış ve günümüzdeki ‘’ genç yönetmenler ‘’ olarak adlandırılan yönetmenlere ilham kaynağı olmuştur, olmaya da devam edecektir.
Yazar: Zeynep Gülsoy
0 yorum:
Yorum Gönder