27 Haziran 2010

Alacakaranlık: Yeter!

Evet sevgili okuyucu bu yazıyı özellikle 15 yaş ve altı gençler tarafından taşlanma riskini göze alarak yazıyorum. Alacakaranlık serisinin bütün kitaplarını pek çok yurdum genci gibi bende okudum. Aslında azmime yenildim diyebilirim çünkü kendi açımdan 3. kitaptan sonra seriyi fırlatıp atmam gerekirken yarıda bırakmak istemeyerek sonuna kadar azimle gittim. Ancak ne yalan söyleyeyim son kitabın izi hala duvarımda duruyor… Efendim, vampir serilerinin büyük hayranı ve takipçisi olarak şunu söyleyebilirim ki, bu seri tam bir felaket hem kurgu açısından hem de akıcılık açısından… (Bu konuda söyleyecek çok şeyim olduğu için frene basıp burada duruyorum). Peki gelelim filme. Bu kadar çok satan bir kitabın filmini yapmasalar eminim bir tarafları eksik kalırdı. Tabi ki bu da piyasayla ilgili bir durum… Kötü olan kitabın senaryosunu alıp daha da kötüleştirmeyi başarmak kolay değil bu açıdan kutluyorum. Zaten karşılarında koşulsuz şartsız sorgulamadan sadece Bella ve Edward’a kilitlenmiş bir seyirci kitlesi var, işleri kolay. 

Şimdi neden durup dururken bu kadar kabardım söyleyeyim. Kitabın yada filmin tam bir fiyasko olmasından değil, bu kadar kötü bir yapımın bu kadar gişe yapmasından da değil. Sadece Okuduğum bir haberden dolayı. Haber şu: 30 Haziranda vizyona girecek olan “Tutulma” öncesinde, 25 Haziranda serinin bir önceki filmi “Yeni Ay” yeniden sinemalarda oynatılmaya başlayacakmış… Efendim kendi emeğimizle yaptığımız güzelim filmlerimiz bu ülkede kendilerine perde bulmakta zorlanırken bu olayı ben hazmedemiyorum. ”Başka Dilde Aşk” filmini bilenleriniz vardır. Konuşma engelli bir oğlanla bir kızın aşkını anlatan bu hoş ve başarılı çalışma kendine yer bulabilmek adına tam iki kere Okan Bayülgen’in programına çıkıp tanıtım yapmıştır ancak nafile… Gerçekten yazık… Filmlerimiz kendilerine sıkışa sıkışa yer açmaya, var olmaya çalışırken, haydi millet 25 Haziranda “Yeni Ay”a ardından da “Tutulma”ya…     

26 Haziran 2010

Ölüm Düşme Peşime Gençtir Daha Benim Yaşım

Özcan Alper'in yönettiği Sonbahar filmi Türkiye'nin yıllardır çözemediği siyasi problemlerini farklı bir bakış açısıyla dile getiren, 2008 yapımı bir filmdir. Filmin geneline hakim olan edebi yönün, Çehov tarzı hikaye anlayışından geldiğini söyleyebiliriz. Nitekim, yönetmenin filmde taşra hüznüne çokça yer vermesi bu yaklaşımı doğrular niteliktedir. Ayrıca ülkemizdeki merkeziyetçi zihniyetin her alanda olduğu gibi politik alanda da dayattığı tek tipçi siyaset ve ideoloji anlayışının bir sonucu olarak yönetmenin yaşamış olduğu mahkumiyet, filme farklı bir olgunlukla yaklaşmasını sağlamıştır. Bunu filmin mevcut dönem filmlerinin aksine acıtasyon sahneler barındırmamasından anlamak mümkündür. Yönetmen 12 Eylül süreci ve sonrasında gelişen politik olaylarda kendi içinde verdiği savaşı edebi olarak filmde işlemiştir. 12 Eylül demişken ölümler değinmeden olmaz demiş olacak ki; ''Birlikte savaşılır, birlikte sevişilir ama herkes kendi payına ölür'' aforizmasını kanıtlar nitelikte bir ölüm temasını filme hakim kıldırmıştır.

Yönetmenin filmde sübliminal bir biçimde dikkat çektiği diğer bir konuysa tahammülsüz ve yüksek egolu toplumların başka toplumların dillerine, kültürlerine uygulanan asimilasyon çabalarıdır. Kanatimce filmde yok olmak üzere olan Hemşince diline yer verilmeside bundan mütevellidir.

Filmdeki renk seçimleri ironiktir. Örneğin Onur Saylak 'ın canlandırdığı Yusuf karakteri  kasabasına gelirken kırmızı bir minibüsle gelmektedir ve aynı zamanda öldüğünde de tabutunun üzerinde kırmızı bir örtü vardır. Kırmızı burada Yusuf 'un ideolojisini temsil etmektedir. Ölürken dahi ideolojisinden vazgeçmediğine bir atıftır tabutundaki kırmızı örtü. Ayrıca Eka karakteri hayat kadınlığını bırakıp evine dönerken beyaz bir minibüs kullanması saflığı, temizliği simgelemektedir. Yusuf ve Eka karakterleri arasındaki  bir yanılsama da; Yusuf'un tam da Sovyetler Birliği yıkılmışken siyasetin hayatının yönünü değiştirmesi ve Eva'nın da yıkılan bu sistemin bir sonucu olarak hayatını bedenini satarak kazanmak zorunda kalmasıdır. Yani Yusuf ideolojisi için kaybolurken karanlıklarda Eva bu ideolojinin sonucu olarak böylesine aşağılayıcı bir işi yapmaktadır.

Filmi teknik olarak incelediğimizde ise filmin geneline hakim olan story board tekniğinin hakim olduğunu gözlemleyebiliriz. Bu durum filme sadelik ve netlik içinde bir asalet katmıştır. Ayrıca, son plan denen sekans tekniğinin doğru yerde ve doğru zamanda kullanılması filmin kalitesini sanatsal açıdan arttırmaktadır.

9 Haziran 2010

Açıkdeniz'i Anlat Bana!

Şube dışı bankacılık konulu “DenizBank Kısa Film Yarışması”na başvurular başladı. Yarışmacılar filmlerinde; ATM, Çağrı Merkezi, İnternet Bankacılığı, Mobil Bankacılık gibi şubeye alternatif kanallar üzerinden bankacılık işlemi yapmanın avantajlarını anlatacak. Ayrıca tek bir kanal için de filmini çekebilecek. Şubeye alternatif kanal/ kanalların müşteriler için avantajlarını tüm açıklığı ile ortaya koyan en iyi film 10,000 TL ödülün sahibi olacak...

Başvuruların 15 Temmuz 2010 tarihine kadar devam edeceği “DenizBank Kısa Film Yarışması”nda belgesel yönetmeni Hasan Özgen, görüntü yönetmeni Uğur İçbak gibi isimler jüride yer alacak.

6 Haziran 2010

Zoom Yönetmen: Metin Erksan

60’ların Rüzgarı Metin Erksan

Belki de ona Türk sinemasının asi çocuğu dememiz hiç de yanlış olmaz. Ele aldığı konuları, kullandığı görsellik ve anlatış biçimiyle farklı bir bakış açısı ortaya koyan Metin Erksan, döneminde yer yer eleştirilen yer yer övülen bir ustadır. Ayrıca Auteur sineması yani sinemanın ‘’ yönetmen sineması ‘’ olduğunu savunan ilk yönetmenlerden biridir.

Tematiğinde cinselliği ve objeleri ön plana çıkararak cesaret örneği göstermiş ve büyük başarılara imza atmıştır. Bu başarısında estetik ve sanat tarihi okuyan ilk yönetmen olmasının da büyük payı olduğu şüphesizdir. 1964 yapımı olan ‘’ Susuz Yaz ‘’ filminde Berlin Film Festivali Altın Ayı büyük ödülünü kazanmış olan Erksan, uluslar arası bir başarı elde etmiştir. Ulusal sinema kavramının önde gelen temsilcilerinden olan Metin Erksan bu filminde müthiş bir dramı seyirciyle paylaşmıştır. Ona bu başarıyı getiren filmde, karakterlerin rolü oldukça önemli bir yer tutuyor.

Sinemamızın belki de en büyük handikaplarından biri, iyilerle kötülerin keskin bir sınırla ayrıldığı, iyilerin hiç kötülük, kötülerin ise hiç iyilik yapmadığı yapay ayrımdır. Hemen hemen tüm kahramanlar tek boyutludur. Bu filmde ise kötü adam, aslında bir yandan da içinde iyilik taşır. Tek farkı sadece kendisi için bu iyiliği istemesidir. Kendinden başka hiç kimse için ne bir şey yapar ne de bir şey ister. Hatta öyle ki, diğerlerinin kendisine hep zarar vereceğini düşünür. Bir yandan da ailesinden olan kişinin önce sonunu hazırlar ve sevdiği kişiden ayırır. Diğer yandan da onun eşine göz diker ve ona olan tutkusunu film boyunca objelerle sık sık gösterir.

Duyguları ifade yöntemi genellikle objeler üzerinden anlatır Metin Erksan. Hatta 1965’te çektiği ‘’ Sevmek Zamanı ‘’ adlı filminde obje konusunu iyice abartmış, fotografik bir sinematografiyle ‘’ sevmek ‘’ duygusunu işlemiştir. En göze çarpan noktalardan bir tanesi, eğitimini aldığı estetik ile birlikte çektiği karelerde ‘’ altın oran ‘’ kuralını belirgin bir biçimde kullanmasıdır. Filmin her planında izleyiciyi içine çektiren ve fotoğraf duygusunu verdiren bu kuralı uygulaması, işlediği konunun dramatikliğini bir kat daha arttırmıştır.

Filmin diğer bir çarpıcı noktası ise neredeyse hiç diyalog olmamasıdır. Çünkü her noktada resimler öyle bir netlikte gösterilir ki, zaten hiçbir söze ihtiyaç yoktur. Duygu oradadır ve tüm çıplaklığıyla sizi esir almıştır. Herkesin yakından bildiği ‘’ Ben sana değil senin resmine aşığım ‘’ cümlesi ise kullanılan diyalogların en az resimler kadar güçlü olduğunun bir kanıtıdır.

1968’de çektiği ‘’ Kuyu ‘’ filminde Metin Erksan ‘’ kadınlara iyi davranmak temasını ‘’ işler. Filmin temelinde bu mesaj olsa da asıl gösterilen, yaban bir adamın bir kadın üzerine uyguladığı şiddettir. Bu da Erksan’ın konuya ne kadar farklı bir yönden baktığının en çarpıcı kanıtıdır.

Adam, bir kadına tutkundur. Sonunda dayanamayıp kadını dağa kaçırır ve kadının tüm direnişlerine rağmen tecavüz eder. Sahneler oldukça çarpıcıdır. Metin Erksan yine cinselliği kullanmıştır ve bunu kendi diliyle oldukça sert bir biçimde göstermiştir. Bu olay sonunda ise kadın, intikamını çok acı bir şekilde alır. Kuyudan su almak için giden adamı üzerine kaya ve taş parçaları atarak öldürür. Ölüm sahnesi bütün ayrıntılarıyla gösterilmiş, detayları vurgulamaktan kaçınılmamıştır. En sonunda ise kadın kendisini asarak intihar eder. Erksan’a bir diğer önemli ödülünü kazandıran bu filmi 1968’de Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘’ en iyi film ‘’ seçilmiştir.

Böylesine güçlü ifadelerin kullanıldığı 1960’lar Metin Erksan için yerinde ama sinema eleştirmenleri için çok erkendir. Onun bu sıra dışı anlatımına ön yargıyla bakanlar, ilerleyen yıllarda onun değerini anlamış ve günümüzdeki ‘’ genç yönetmenler ‘’ olarak adlandırılan yönetmenlere ilham kaynağı olmuştur, olmaya da devam edecektir.

5 Haziran 2010

Biray Dalkıran'ın 3 Boyutlu 'Cehennem'i

Cehennem, Türkiye’de yapılacak ilk 3D sinema filmi olma yönüyle oldukça dikkat çekiyor. Yönetmenliğini Biray Dalkıran’ın üstlendiği film, yurtdışından gelecek olan 3D süpervizörleri ve teknisyenlerinin yardımı ile çekilecek. Dalkıran, daha öncede yapımcı ve yönetmenliğini üstlendiği 2007’de vizyona giren ‘’ Cennet ‘’ filmiyle ilgi görmüştü. Böyle bir ilki gerçekleştirmek için kolları sıvayan Biray Dalkıran’ın beyaz perdede nasıl bir başarı göstereceği şimdiden merak konusu.

Başrollerini Ogün Kaptanoğlu, Tuğba Melis Türk ve Serhan Süsler gibi oyuncuların paylaştığı Cehennem, Medyavizyon Film’in dağıtımı ile gösterime gireceği öğrenildi.

Filmin çekimlerine Beykoz’daki Eski Sümerbank Ayakkabı Fabrikası’nda başlandı. Basın mensuplarının da ilgisiyle karşılaşan ekip, çalışmaların hızla süreceğini ve bu yıl bitmeden hazırlıkların tamamlanacağı müjdesini verdi.

Kapılar Bazen Açılıyor!

Belediye’nin erteleme kararı sonucu yapılamayan Adana Altın Koza Film Festivali’nde "Filistin: Barışa Hasret" adlı bölümde yer alması planlanan Liana Badr'ın “Kapılar Bazen Açılıyor!” (The Gates Are Open. Sometimes!) filmi Sine-Sen, İşçi Filmleri Festivali düzenleme komitesi ve Altın Koza Film Festivali ekibinin katkılarıyla Uluslararası Filistin için İsrail'e Boykot Sempozyumu kapsamında gösterilecek.



Ertelenmesi mümkün olmayan Filistin dayanışması programından, bu yıl festivalde "Filistin: Barışa Hasret" adlı bölümde yer alması planlanan bir filmi seyirciyle buluşturuyoruz. Seçtiğimiz film, yazar-yönetmen Liana Badr'ın “Kapılar Bazen Açılıyor!”u (The Gates Are Open. Sometimes!), Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi'nin 5–6 Haziran tarihlerinde Muammer Karaca Tiyatrosu'nda düzenlediği Uluslararası Filistin İçin İsrail'e Boykot Sempozyumu kapsamında SİYAD özel gösterimiyle 6 Haziran 18.15’te izleyici karşısına çıkacak.



Liana Badr'ın bir söyleşisinde belirttiği üzere İsrail'in saldırısından sonra film gösterimlerini iptal etmek yerine daha çok Filistin filmi göstermek, filmler aracılığıyla Filistinli yaşamları yansıtmak mümkündü: "Direniş ve dayanışmanın pek çok formu vardır. Sanat ve sinema yaşamsaldır."

4 Haziran 2010

Dünya Çevre Günü’nde 'The Cove' Öğrencilere Bedava!

5 Haziran Cumartesi Dünya Çevre Günü’nde NTV Yeşil Ekran’ın katkılarıyla biletler yarı fiyatına, öğrencilere bedava!

NTV Yeşil Ekran sinemada... Bu yıl “En İyi Belgesel Film” dalında Oscar ödülünü kazanan Koy/The Cove, 4 Haziran’da NTV Yeşil Ekran’ın katkılarıyla Cinebonus Kanyon’da vizyona giriyor. Oscar’ın yanı sıra dünyanın dört bir yanında katıldığı festivallerden ödülle dönen Louise Psihoyos’un yönettiği belgesel film, Japonya’daki Taiji’de bulunan uzak ve saklı bir koyun kanlı iç yüzünü anlatmasının yanında, ölümcül bir sırra da ışık tutuyor... Koy / The Cove belgesel filmini sinemaseverler, 5 Haziran Cumartesi Dünya Çevre Günü’nde NTV Yeşil Ekran’ın katkılarıyla Cinebonus Kanyon’da yarı fiyatına, öğrenciler ise bedava izleyebilecek. Film İstanbul Film Festivali’nde NTV Belgesel Kuşağı’da gösterilmiş ve büyük ilgi görmüştü.  

Japonya sahilinde, birkaç umutsuz adamın dünyadan saklamak için hiçbir şeyden kaçınmayacağı şaşırtıcı bir sır yatıyor. Bu koyda yatan gerçekler ve dünyanın okyanuslarının yürek burkan yardım çağrısı, belgeseli sürükleyici bir macera ve gerilime dönüştürüyor.   

Koy, eski yunus eğitmeni Ric O’Barry’nin uzun bir kefaret arayışının sonucunda işleri yoluna koymaya karar verdiği Japonya’daki Taiji’de başlıyor. O’Barry 1960’ların uluslararası televizyon heyecanı “Flipper”ın baş kahramanını oynayan beş yunusu yakalamış ve eğitmişti. O yunuslarla girdiği yakın ilişki  O’Barry’nin inançlarının radikal olarak değşmesine neden oldu. Barry vahim bir günde açık okyanustaki hayata güzelce adapte olan bu duygusal, son derece akıllı ve bilinçli yaratıkların, bir daha asla insanların esaretine alınmaması gerektiğini anladı.
Bu görev onu oyunbaz yunusların ve balinaların kıyılarında yüzdüğü Taiji köyüne getirdi. Ancak dikenli teller ve “Giriş Yasak” tabelalarıyla çevrili körfezde karanlık bir gerçek yatıyordu.  Burada milyon dolarlık yunus eğlencesi endüstrisi ve el altından yürütülen civa zengini yunus eti pazarı, Taijili balıkçıları gecenin karanlığı altında görülmemiş bir av partisine devam ediyordu. Yaptıkları şeyin doğası oldukça ürkütücü –ve sonuçları insan sağlığı için son derece tehlikeli- olduğu için insanların onları görmemesi gerekiyordu ve bunu sağlamak için de oldukça ileri gidebilecek potansiyele sahiptiler…

2010 yılında, En İyi Belgesel Film dalında Oscar Ödülü kazanan Koy belgeselinin ekibi, eylemci, sinemacı ve dalgıçlardan oluşan bir takım kurup, Japonya’daki Taiji’de bulunan uzak ve saklı bir koyun iç yüzünü göstermesinin yanında, ölümcül bir sırra ışık tutmayı başarıyor.  Yapay kayalara yerleştirilen gizli mikrofonlar ve kameraların da içinde bulunduğu son teknolojiden yararlanan ekip, bu küçük deniz kasabasının dünya çapında işlenen ekolojik suçların korkunç mikrokozmosu olarak nasıl işlediğini ortaya çıkarıyor.  The Cove, araştırmacı gazetecilik, ekolojik macera ve dikkat çekici görüntülerin kışkırtıcı karışımına kolay kolay unutulmayacak bir hikayeyi de ekleyerek, yunus katliamı konusunda dünyanın dört bir yanından hayvanseverlerin harekete geçmesini sağlamayı amaçlıyor.  

Yönetmenliğini Louie Psihoyos’un, senaristliğini de Mark Monroe’nun üstlendiği The Cove’un yapımcıları Paula DuPré Pesmen ve Fisher Stevens. Filmin baş yapımcısı Jim Clark ve ortak yapımcısı da Olivia Ahnemann.

Türkiye Sinema Konseyi'nden Altın Koza Açıklaması

Adana Büyükşehir Belediyesi, bilindiği üzere, 17. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nin başlamasına bir hafta kala, İsrail'in Gazze'ye insani yardım götüren gemilere yaptığı insanlık dışı saldırı sonundaki ölümleri, "İnsanlar kan ağlarken, biz eğlenemeyiz" diye mazeret göstererek belirsiz bir tarihe erteledi.

Türkiye Sinema Konseyi olarak, kültür ve sanat festivallerini "eğlence" olarak gören, düşünce ve kararları kendinde menkul bu zihniyeti şiddetle protesto ediyoruz. Sinema bir "eğlence" değil, bir sanattır.

Festivalin ertelenmesi, sinema sektörümüzde kimseyi şaşırtmadı. Çünkü kamuoyunun yakından izlediği gibi Adana Büyükşehir Belediyesi son aylarda büyük bir iktidar boşluğu yaşamakta ve Belediye de şu an vekâleten yürütülmektedir. Sorun İsrail'in malum saldırısı değildir. Sorun, uzun zamandır film festivalinden kurtulmak isteyen bazı siyasi partilerin yerel yöneticileridir. Daha önce bunun için zemin yoklanmış ama cesaret edilememişti. Dünyadaki bazı örneklere özenilerek, gereksiz şekilde şatafatlı görsellikleri öne çıkarılıp büyütülen ve pahalanan festival zaten ekonomik bir yük olarak görülüyordu. Gelişmeleri yakından izleyen sinema sektörü bu yüzden bir yandan yaklaşan festivale katılmak için hazırlıklarını yaparken, bir

yandan da festivalin yapılıp yapılmayacağı konusunda şüphe içindeydi.

Yerel yönetimler kültür/sanat kurumlarımız tarafından yıllardır uyarıldıkları halde, festival organizasyonları için sivil kurumlar oluşturmamışlardır. Bu festivaller, sürekli çalışan kadrolar barındırmadıkları için bilgi ve deneyim biriktiremeyen, her seçimde kadroları değişen, dünyadaki sinema festivallerini yakından izlemeden uluslararası festival yapma özentisi birer müsamere düzeyinde kalmaktadırlar. Çoğunluğu yerel yönetim yandaşı kuruluşlar tarafından organize edilen işleyişleri ise, yerel ekonomik dinamiklerin sahip çıkmadığı, yapıldıkları kente yabancı, her yıl Bakanlık yardımına muhtaç organizasyonlara dönüşmüşlerdir. Erteleme kararı, bu güdümlü ilişkinin ne kadar sakıncalı olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Festivaller, kentlerin geçici yerel yönetimlerinin değil kent halklarının birlik ve dayanışma platformudur. Festivalleri "eğlence" mantığıyla algılayan vekil bir yönetimin şüphesiz savaşın acımasız günlerinde Saraybosna Festivali'nin hangi koşullarda organize edildiğini algılaması da beklenemez.

Festivaller kamuoyu yaratmanın da bir ortamıdır. İran'da tutuklu İranlı yönetmen Cafer Panahi'nin salıverilmesi bu yıl büyük oranda Cannes ve diğer festivallerde yaratılan kamuoyu sayesinde olmamış mıdır?

Adana Belediyesi'nin vekil yönetimi ülkemizdeki herkesin, her fırsatı değerlendirerek Filistin'e sahip çıktığını görmüyor mu? O zaman bu yılki festival programındaki "Filistin: Barışa Hasret" başlıklı özel bölüm "eğlence" midir? Filistinli sinemacıların Adana halkı ile buluşma ve dayanışma fırsatını hangi gerekçe ile erteliyor? Yapılması gereken Filistinli konukların moralini bozmak mıdır, yoksa hızlı kararlar alıp bu programı daha da genişletmek mi olmalıdır?

Adana Belediyesi erteleme kararını kime sorarak almıştır? Erteleme kararını verenler ayrıntılı bir gerekçe ile bunu Adana halkı ve Türk Sineması'na anlatmak zorundadır. Son günlerde, Filistin ile dayanışma konusunda her tür fırsatı değerlendirmeye çalışan hükümetin yaptıklarına karşı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da erteleme kararına ne ölçüde katıldığı ve bu yıl için festivale ne kadar maddi yardımda bulunduğunu, festival yönetiminin erteleme kararı verilinceye dek ne kadar para (vergimizi!) harcadığı da ivedilikle kamuoyuna açıklanmalıdır.

Festival'e gelen uluslararası konuklar her şeyden önce Türk Sineması'nın konuklarıdır. Adana kenti onları Türk Sineması adına konuk etmektedir. Festival için erteleme kararı verenler acaba Türk Sineması'nın yıllardır adım adım kazandığı prestiji ne kadar sarstıklarının farkında mıdırlar? Dünyaca tanınmış yönetmen Theo Angelopoulos'un hangi filmi "eğlence"lidir? Kendisine festivalin bir "eğlence" olduğu söylenerek mi ünlü yönetmenin "Set fotoğrafları" sergisi iptal edilmektedir?

Başta Adana Belediyesi olmak üzere, festivalin ertelenmesi kararına katılan kurumların ACİLEN ayrıntılı gerekçelerini kamuoyuna açıklamaları, gerekli özürlerin dilenerek, ertelenen festivalin BİR AN ÖNCE ve EN YAKIN TARİH VERİLEREK AÇIKLAMASI GEREKMEKTEDİR.

Türk Sineması'nı temsil eden sinema kurumlarımızın beklentisi İsrail'in yaptığı saldırıyı teşhir etmek ve Filistin halkı ile dayanışmaktır. "Altın Koza" bunun için bir fırsattır. Bu fırsata engel olan bu anlayışa karşı sinema sektörü olarak her türlü yaptırımcı uygulamaları almaya kararlı olduğumuzu kamuoyunun bilmesini istiyoruz.


TÜRKİYE SİNEMA KONSEYİ

3 Haziran 2010

Beyoğlu'nda SİYAD Filmleri

Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) "2009 Yılının En İyi Yabancı Filmleri" seçiminden çıkan 20 filmin 10’u, “SİYAD’ın Seçtikleri” programının değişmez mekanı Beyoğlu Sineması’nda 11-24 Haziran tarihleri arasında sinemaseverlerin karşısına çıkıyor.

Beyoğlu’nun ‘sinemasızlaştırılması’na karşı tepkilerini her fırsatta dile getiren SİYAD, zor koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışan Beyoğlu Sineması’nı desteklediğini bu vesileyle bir kez daha gösteriyor.

Daha önceki yıllarda Ömer Kavur, Atıf Yılmaz gibi ustaların anısına düzenlenen programın bu yılki seçkisi, 2009’da kaybettiğimiz büyük usta Zeki Ökten’in anısına yapılıyor.

Bilet fiyatlarının tüm gün ve seanslarda 5 TL olacağı bu toplu gösterim sayesinde, İstanbullu sinemaseverler bu filmleri ilk kez ya da yeniden Beyoğlu Sineması'nda izleme fırsatını yakalayacak.

14 günlük toplu gösterimde izlenebilecek 10 filme baktığımızdaysa, SİYAD seçkisinde sinema sanatının usta işi yapıtlarının yer aldığını görüyoruz: “Açlık” (Hunger), “Yasak Bölge 9” (), “Avatar”, “Şampiyon” (The Wrestler), “Milk”, “Okuyucu” (The Reader), “Son Veda” (Okuribito), “Milyoner” (Slumdog Millionaire), “Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi” (Capitalism: A Love Story), “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (Ponyo on the Cliff by the Sea).

2 Haziran 2010

Türk Sinemasının Kötü Adamlarını Buluşturan Film

Aktör Eray Özbal’ın yöneteceği "Naro & Teco" adlı filmde Nuri Alço, Tecavüzcü Coşkun lakaplı Coşkun Göğen ve 80'lerin Önder Somer'i olarak anılan Eray Özbal birlikte rol alacak.

Filmde Ümit Karan, Başak Sayan ve Yeşim Ceren Bozoğlu gibi isimler de yer alacak. Film yaz aylarında Çanakkale ve Balıkesir'de çekilecek.

1 Haziran 2010

SİYAD Altın Koza Film Festivali’nin Ertelenmesini Sorguladı

Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından 7-13 Haziranda gerçekleştirilecek "17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali"nin, İsrail'in yardım gemilerine saldırısı ve Hatay'ın İskenderun ilçesindeki terör saldırısı nedeniyle ertelendiği bildirmesinin ardından Sinema Yazarları Derneği’nin resmi websitesinden “Sanata ve dayanışmaya izin yok mu?” başlıklı bir açıklama geldi.

17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ani bir kararla ertelendi. Kararın sahibi Adana Büyükşehir Belediyesi, gerekçe olarak İsrail’in Gazze’ye giden yardım gemilerini vurması ve Hatay’ın İskenderun ilçesindeki terör saldırısını gösterdi. Bu trajedilerin boyutu tartışılmaz, her ikisi de lanetlenmesi gereken saldırılar, ancak belediyenin "İnsanlar kan ağlarken, biz eğlenemeyiz" cümlesiyle festivali erteleme kararını açıklaması gerçek bir talihsizliktir. Belli ki sanatın, sinemanın bir dayanışma biçimi olduğu akıllarına gelmemiş.
Ayrıca film festivallerini sadece ‘eğlence’ aracı olarak gören bu zihniyet kabul edilemez. Başlamasına bir hafta kalan kendi festivalinin programına göz atmayı dahi akıl edememekse tam bir sorumsuzluk örneğidir.

Baksalardı eğer, Altın Koza’nın tam da gündemin nabzını yakalayan “Filistin: Barışa Hasret” adlı özel programını göreceklerdi. Filistin’in trajedisini anlatan usta işi filmler ve belgesellerin yanı sıra “Filistin'de Sinema Yapmak” başlıklı açık oturum da engellenmiş oldu. Yani Filistin’in hiç değilse sanatla sesini duyurabileceği bu platform iptal edildi. Üstelik Filistinli sinemacılar tam tersini düşünürken! Daha önce işleri nedeniyle gelemeyeceğini açıklayan Filistinli yönetmen Najwa Najjar, bu sabah taziyelerini bildirdi ve ‘dayanışma adına’ festivale gelmek için elinden geleni yapacağını açıklayan bir mesaj gönderdi.

Peki şimdi dayanışma ruhuna ve sinemanın birleştirici gücüne en fazla ihtiyaç duyulduğu bu zamanlarda Filistinli konuklarımıza ne diyeceğiz? Panelin konuşmacılarından gazeteci-yazar Bashar Ibrahem, yönetmenler Kamal Aljafari, Nasri Hajjaj ve Mohamed Soueid, film eleştirmeni Nadim Jarjoura’yı yarı yolda bırakmış olacağız. Çünkü hem onlar bir kez daha ‘susturulmuş’ hem de Altın Koza’nın uluslararası alanda ses getirecek bu sinemasal etkinliğe imza atması engellenmiş durumda.

Film festivalleri ‘kötü gidişata rağmen’ var olan etkinliklerdir. Bir ‘direniş’ ve ‘dayanışma’ platformudur da aynı zamanda. Her türlü baskı ve genel geçer dayatmalara karşı alternatif bakışlara yer verirler. 17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde sadece Filistin yok. Angelopoulos gibi uluslararası usta sinemacılar, gazeteci ve film eleştirmenleri davet edilmiş, uçak biletleri kesilmiş, film kiraları ödenmiş, film bobinlerinin çoğu yerine ulaşmışken, bu iptal kararının maddi ve manevi kaybı çok büyüktür.

Uluslararası ciddi bir etkinlik olarak küllerinden yeniden doğan bir festivalden ‘eğlencelik’ olarak bahsedilmesi ve erteleme adı altında iptal kararının alınması hem sinema hem de insanlık adına büyük gaflettir.

Bu erteleme kararı ani değil aslında. Festivalin yapılmaması için baskıların bir süredir devam ettiği biliniyor. Dolayısıyla saldırıların sonucu olarak alınmış bir karar olduğu hiç inandırıcı değil, aksine bunun bir bahane olarak karşımıza çıkarıldığı gerçeği gün gibi aşikâr.

Ayrıca 'erteleme' açıklaması da son derece belirsiz. Bütün hazırlıkları yapılmış bir festivalin ertelenmesi söz konusu olamaz ancak iptal edilebilir. Ama bu, maddi/manevi ve uluslararası çapta bir skandal anlamına geleceği için kelime oyununa başvurulduğu şüphesi doğuyor. Adana'nın uluslararası alandaki geleceği de yok ediliyor.

Bu kararın sorumlularına soruyoruz: Bu zararı kim karşılayacak?

8. Berlin Türk Filmleri Haftası Başlıyor

03 -12 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek etkinlikte toplam 17 film 3 ayrı sinema salonunda gösterilecek. 

3 Haziran'da aralarında Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit, Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet ve Fransa'nın Berlin Büyükelçisi Bernard de Montferrant'ın bulunduğu davetliler nezdinde Cinema Paris adlı sinema salonunda Ben Verbong'un yönettiği TAKİYE adlı filmle açılışı yapılacak Berlin Türk Filmleri Haftasına Türkiye'den Çağan Irmak, İlksen Başarır, Derya Tarım, Mert Fırat, Mustafa Oğuz, Görkem Yeltan, Haluk Piyes, Atıl İnaç gibi yönetmen, yapımcı ve oyuncular katılacaklartır. 


10 gün sürecek etkinlikte önemli paneller ve söyleşiler yer alacaktır. Bu yıl Focus bölümünde, Çağan Irmak iki filmiyle (Babam ve Oğlum, Karanlıktakiler) seyirci karşısına çıkıyor. 


Film haftasının 2 yılda bir verdiği onur ödülü bu yıl Medienboard Berlin-Brandenbug adlı film fonunun yöneticisi Kirsten Niehuus'a verilecektir. 


Kirsten Niehuus geçen yıl Berlin'de, bu yıl da İstanbul' da gerçekleşen Türk – Alman ortak yapımcılar buluşmasını başlatmış ve iki ülke arasında ortak yapımları özellikle destekleyeceklerini bildirmişti.